Türkiye'nin milli birlik ve bütünlüğünü koruyarak, ulusal çıkarlarından taviz vermeden Avrupa Birliği'ne tam üye olmasını hep savundum. AB'nin bir medeniyet projesi olduğuna hep inandım, inanmaya devam ediyorum. Biz iyi niyetle bu kulübe üye olmak istiyoruz. Ancak AB'deki bazı çevreler, tam üyeliği bize vermek için ileride telafisi mümkün olmayan birtakım tavizler koparmak istiyor. Belki de kendiliğimizden bu sevdadan vazgeçmemiz için önümüze olmayacak şartlar sürüyorlar. Bunun son örneği AB'nin Türkiye'nin üyelik sürecinde yeni azınlık kavramları oluşturma çabası. Türkiye için hazırlanan Yıllık İlerleme Raporlarında, "Sünni olmayan Müslüman azınlık, Kürt azınlık, Süryaniler, Bahailer" gibi ifadeler yer almaktadır. AB makamlarının bu konudaki yaklaşımlarını anlamak mümkün değil. Ne yapmak istiyorlar? Üniter yapısı, milli birlik ve beraberliği ile AB'ye üye olacak Türkiye'den korkmaya gerek yok. Böyle güçlü bir Türkiye aslında AB'ye katkı yapacak Türkiye'dir. Yugoslavya ve Irak gibi etnik ve dinî gruplara ayrılmış, iç çatışmalar yaşanan bir Türkiye, hem bölgesinde hem de AB'de güven ve istikrarın değil, sorunların kaynağı olur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna temel oluşturan Lozan Barış Antlaşması'nda azınlık ifadesi, yalnızca Müslüman olmayan unsurlar için kullanılmıştır. Bunlar da "Museviler, Ermeniler ve Rumlar"dır. Bunların haricinde azınlık oluşturmaya yönelik her türlü ifade ve söylemi dayatma olarak kabul etmek gerekir. Bunlara ses çıkarmamak ve tepki göstermemek, Türkiye'nin mevcut yapısının ve Lozan Antlaşması'nın sorgulanması sonucunu doğurur. Böyle bir gelişme ise sorunlar altında boğuşan Orta Doğu'da yeni sorunların yaşanması demektir. AB, çeşitli İlerleme Raporlarında ve son Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin azınlıklara ilişkin, "Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi" ile "Bölgesel veya Azınlık Dilleri için Avrupa Şartı"nı imzalaması yönündeki beklentisini dile getirmiştir. Türkiye ise 1998 yılından bugüne kadar Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamamıştır. Çünkü bu konuda AB makamlarının girişimleri ve açıklamaları Türkiye'ye güven vermemektedir. AB 2006 Yılı Türkiye İlerleme Raporu'nda Siyasi Kriterler bölümünün, "Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması" alt başlığındaki değerlendirmesinde daha da ileri gidilerek şunlar ifade ediliyor: "Türkiye'nin azınlık haklarına ilişkin yaklaşımı değişmemiştir. Türk makamlarına göre, 1923 Lozan Antlaşması altında, Türkiye'deki azınlıklar sadece Gayri Müslim dini topluluklardan oluşmaktadır. Yetkililerin uygulamada Lozan Antlaşması ile ilişkilendirdikleri azınlıklar Yahudiler, Ermeniler ve Rumlardır. Bununla birlikle Türkiye'de ilgili uluslararası ve Avrupa standartları ışığında azınlık olarak nitelendirilebilecek başka topluluklar da bulunmaktadır..." Lozan Antlaşması aşındırılmamalı Bizim Anayasamızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk vatandaşları arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir. Hukuki olarak da bir millî azınlık yoktur. Bir devletin hukuk sisteminde bütün vatandaşlarının eşit haklara sahip olmasından daha iyi bir durum söz konusu olabilir mi? AB'nin Türkiye'deki azınlıklarla ilgili yaklaşımında iyi niyet aramak maalesef çok zordur. Toplumun her kesimine verilen eşit hukuki haklara itiraz edilemez. Yapılmak istenen şey toplumu bölmeye çalışmak ve toplumda huzursuzluk meydana getirmektir. Oysa AB'nin çıkarı, bölgesinde bir barış ve istikrar adası olan, sadece kendisi için değil, Avrupa ülkeleri için de güvenlik üreten Türkiye'deki toplumsal huzurun bozulmasına izin verilmemesindedir. Türkiye, bıkmadan usanmadan tam üyelik için çabalarını sürdürmelidir. Ancak bu, telafisi mümkün olmayan tavizler vererek yapılmamalıdır. Lozan Antlaşması'nda azınlıklara ilişkin belirlenen kriter, herhangi bir şekilde aşındırılmamalıdır. Bu kapı açıldığı zaman kapatmak zordur. Tüm vatandaşları, ülkesini ve milletini seven her insanımızı bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz.