Başbakan Erdoğan ve partisi; 12 Haziran genel seçimleri için aday belirlerken ilave getireceği oylardan çok onların nitelikleri, birikimleri, liyakatleri ve seçildikleri bölgede millete hizmetkârlık yapıp yapamayacakları gibi kriterleri baz aldı. Adayın bölgesinde, insanlar üzerindeki ekonomik-siyasi, sosyal ve etnik nüfuzunu ilk kez bilerek ve isteyerek dikkate alınmadı. Ortalama toplum vicdanını temsil eden ve halkla aynı yaşam seviyesine yakın bir hayatı olan adaylar tercih edildi. Sıraladığım gerekçelerle hareket eden AK Parti'nin doğu ve güneydoğu için belirlediği milletvekilliği aday listeleri hepimizi şaşırttı. AK Parti'nin zayıf adaylar koyarak âdeta bölgeyi BDP'ye terk ettiğini düşündük. Yıllardır sahip olduğumuz alışkanlıklarımızı altüst eden bu tercihi, ilk bakışta anlayamadık. İsmini, cismini duymadığımız sıradan insanlar aday listelerine alındı. Oysa bizim geçmişteki alışkanlıklarımız gereği beklentimiz; bu iki bölgemizde aşiret destekli adaylar ile medyaca bilinen aktörlerin listelerin ön sıralarında yer almasıydı. 'Bölge insanının beklentisi nasıl, adaylardan memnun mu?' onu bilmiyorum. Ancak Başbakan Erdoğan'ın bu tercih için, "Millete efendilik-beylik değil hizmetkârlık yapacak adaylar koyduk" sözü, bu seçimin şifrelerini veriyor âdeta. Bu tercih ciddi bir altyapı çalışması sonucunda oluşmuşsa sorun yok. Çok iyi olmuş diyebilirim. Kişisel olarak, Türkiye'nin geldiği seviyede bölgede hâlâ feodal yapıların belirleyici rol oynamasına ben de karşıyım. Bir aşiret reisinin, bir beyin, bir cemaat liderinin milletvekili olduktan sonra yöre insanına hizmetkârlık yapmayacağına, bilakis siyasi nüfuz kazanıp, konumunu daha da güçlendirerek millete efendilik yapacağına ben de inanmıyorum. Ama cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana bu realite bölgenin hayat tarzı oldu. Kimse bu durumu oy kaygısı nedeniyle değiştirmeye teşebbüs, cesaret edemedi. Geçmişte gördük ki, aşiret destekli ekonomik ve sosyal nüfuzu yüksek adaylar, milletvekili seçildiği zaman Ankara'nın en lüks semtlerine yerleşiyorlar. Senede bir iki defa seçim bölgesine gidiyorlar. Ankara'da ticari faaliyetlerini sürdürüp iş takibi yapıyorlar. Bölge insanının sorunlarından çok aşiretin ve liderliğini yaptıkları sosyal grubun problemleri ile ilgileniyorlar. Tayin, terfi, torpil ve Ankara hastanelerine gelen yakınlarının işleri ile meşgul oluyorlar. Tabii ki bu genellemeyi herkes için yapmak da doğru değil. Başbakan Erdoğan, cumhuriyet tarihinde ilk defa bu bölgelerin siyasi tercihlerine bir müdahalede bulundu. Bu müdahale bölge insanının çıkarına aslında. Ama bölge insanı bunu doğru algılayabilecek mi? Hep birlikte göreceğiz. Ya AK Parti kendine çok güveniyor, ya da bölgede 8 buçuk yıldır yaptığı icraatlara da dayanan ciddi bir altyapı çalışması sonucunda böyle bir tercih yapmış. Bölgedeki siyasi parametrelerin değiştiği görülüyor. Ekonomik gelişmeye paralel artan şehirleşme süreci, aşiret-siyaset ilişkisinde ezber bozacak bir değişikliğe yol açacak mı? 13 Haziran sabahı göreceğiz. İnşallah bu değişim olur da, bölge insanı kendi kararını bağımsızca verecek kadar özgürleşir. Yerel dinamikleri dikkate almadan partinin, yöre insanının sağduyusuna ve liderin gücüne güvenerek daha teknokrat ve aşiret bağı olmayan adaylar seçmesi riskli ve cesur bir adımdır. BDP sol, Marksist görüşten gelen ve aşiret yapısına tümden karşı olması gereken bir parti olmasına rağmen listelerinde sol düşünce ile klasik aşiret yapısını belli noktada uzlaştırdı. Sonucunu göreceğiz. 13 Haziran sabahından itibaren kurulacak hükümetin önünde iki temel sorun olacak. Birincisi yeni demokratik bir anayasa ihtiyacı. Diğeri Kürt sorununun çözümü. Kürt sorununun çözümüne katkı vermek için bölge, fiziksel ve zihinsel olarak yeniden inşa ediliyor. Kuzey Irak'la da ilişkiler geliştiriliyor. Başbakan Erdoğan, üçüncü dönemde bölgede filanca aşiretin, falanca cemaatin adamları ile değil AK Parti'nin ve ortalama bölge insanının temsilcileriyle çalışmayı tercih etti.