Yıllardan beri Kıbrıs Türk tarafı çözümsüzlük suçlamasıyla köşeye sıkıştırılıyordu... Ekonomik ve siyasi alanda uygulanan ambargolarla adeta dünyadan izole edilmişti. Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafının yürüttüğü akıllı politikalar sonucunda, BM, AB ve ABD Kıbrıs'taki çözümsüzlüğün sorumlusu olarak Türkiye'yi ve Kıbrıslı Türkleri görüyorlardı. Kıbrıs meselesi her platformda, Türkiye'nin önüne engel olarak getiriliyordu. Bu meselede 30 yılda hiç kimseyi saflarımıza alma becerisini gösteremedik. Herkes karşımızda idi. TC devletinin en büyük hedefi olan AB sürecine dahil olma çabalarımızın önündeki en büyük engel de yine Kıbrıs meselesiydi. 3 Kasım'da iktidara gelen AK Parti, kendisine en önemli hedef olarak, 'Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi almasını sağlamayı' seçti. Bu amacın gerçekleşmesini engelleyen tüm olumsuzlukların ısrarla üzerine gitti. Bu konuda tüm dünyayı şaşırtacak ölçüde hızlı mesafe aldı. Türkiye'nin AB yolculuğunun önündeki ciddi engellerden biri olan Kıbrıs sorununun çözümü için ciddi bir irade sergiledi. 30 yıldır sürdürülen mevcut durumun muhafazası politikasını değiştirerek, 'masada kalıp sorunu çözmek ve her halükârda müzakere etmek ve müzakerelerde karşı taraftan her zaman bir adım önde olmak' tarzında bir politika izledi.. Bu yöntem, henüz iktidarda 1 yılını tamamlamış bir parti için çok önemli siyasi bir riskti. 30 yıllık alışılmış bir dış politika yöntemini değiştirmek ve bu yöntemi hem kendi kamuoyuna hem de Kıbrıslı Türklere kabul ettirmek zor ve riskli bir işti. AK Parti hükümeti bu zoru başardı. Türkiye'deki karşıtları, Kıbrıs meselesini kullanarak büyük bir halk desteğini arkasına almış olan AK Parti'yi köşeye sıkıştırmak ve zor duruma düşürmek için her yola başvurdular. AK Parti karşıtlığı Türkiye'de ters kutupları bile kol kola soktu. Nihayet, Washington'da başlayan süreç Kıbrıs'ta yapılan referandumla son buldu. Kıbrıslı Türkler; AB, BM ve ABD'nin de arzu ettiği istikamette referandumda 'Evet' dediler. Çözümden yana olduklarını, AB'ye dahil olmak istediklerini, Rumlarla bir arada yaşamayı kabul ettiklerini, kısacası medeni dünyanın düşündüğü istikamette düşündüklerini ortaya koydular. Yıllardır Türk tarafını çözümsüzlüğün adresi olarak gösteren Rumlar ise tüm dünyanın arkasında olduğu plana "Hayır" diyerek gerçek yüzlerini dünyaya gösterdiler. Türkleri azınlık olarak gördüklerini ve eşit şartlarda onlarla birlikte yaşamak istemediklerini ortaya koydular. Kıbrıs Türk halkı üzerine düşeni yapmıştır. Uluslararası topluma verdiği taahhütleri sonuna kadar yerine getirmiş uzlaşmaz tarafın Rumlar olduğu kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu süreçte ideal olan her iki tarafın da "Evet" deyip Kıbrıs'ın birleşik olarak AB'ye girmesi idi. Ama Türkiye için ortaya çıkan sonuç en iyi ikinci sonuçtur. AB, ABD ve BM kısacası uluslararası camia referandumdan önce Türkiye'ye ve Kıbrıslı Türklere verdikleri taahhütlerin arkasında durmalıdır. Türk tarafı üzerine düşeni yapmıştır. Uluslararası camia artık Türk tarafına karşı sorumluluğunu yerine getirmelidir. 'Evet" diyen dışarıda kalmış, "Hayır" diyen AB'ye girmiştir. AB bu çelişkiyi gidermek zorundadır. AB, "Evet"i ödüllendirmez ise inandırıcılığını yitirecektir.