29 Ekim Cumhuriyet Bayramının ertesinde gazete başlıklarına göz attım. "Türkiye'nin en coşkulu günü Cumhuriyet Bayramı'nda Türkiye'nin yöneticileri birbirlerinin suratına bakmadı. Zirve buz gibi. Selamlaşmadılar, tokalaşmadılar-konuşmadılar. Ankara'da devletin zirvesinde esen soğuk rüzgarlar..." Bu başlıkların atılmasına sebep olanların bu milleti bayram gününde germeye-üzmeye ne hakları var? Cumhuriyet Bayramı, büyük bir coşkuyla kutlanması gereken en önemli resmi bayram. Zirvedeki manzara Cumhuriyetin ruhuna uyuyor mu? Birlik-beraberlik görüntüsü verilmesi gereken zirvedeki bu buz gibi tablonun sebebi nedir ? Milli bayramlar milletin kaynaşmasının zeminidir. Liderlerimiz millete böyle mi örnek olacaklar? Kişisel düşünce farklılıkları nedeniyle Cumhuriyet etkinliklerinde soğukluk görüntüsü vermek yanlıştır. Devletin zirvesindeki gerginlikleri gidermek ve devlet kurumlarının uyum içerisinde çalışmasını sağlamak sayın Cumhurbaşkanımızın görevidir. Cumhurbaşkanı, 'hoşuna gitse de gitmese de' ülkemizin selameti ve istikrarı için herkesi kucaklamak zorundadır. Bayramlaşmak için elini uzatan bir insanın elini tebessümle sıkmak bir nezaket kuralıdır. Yine aynı gazetelerde, "TBMM'deki törende Cumhurbaşkanı, Başbakanlık Müsteşarı ile tokalaşırken yüzüne bakmadı" tarzında bir haber daha vardı. Bir an kendimi müsteşarın yerine koydum. Ne kadar kötü ve zor bir durum. Şahsen ben yüzüme bakmayan birinin elini sıkmam. AB yolundaki Türkiye'de bu manzaralar hoş değil, hepimizi üzüyor. AB yolundaki ülkemizde artık Cumhuriyet ile demokrasi arasındaki mesafe kısaltılmalıdır. Cumhuriyet Bayramı milletimizi birleştiren bir gün olmalı. Bizi bölen ve ayrılıkları körükleyen bir gün değil! Manidar açıklamalar Bu tür resepsiyonlarda gazeteci arkadaşlar, özellikle Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının ağzından gündemle ilgili bir şeyler almak isterler. Bu resepsiyonda da komutanlara meslektaşlarımız hayli ilgi gösterdi. Ancak, ilk kez komutanlardan hoşlarına gidecek cevap alamadılar. Onları herhalde yeteri kadar tahrik edemediler. Askerler Köşkte gazetecilere adeta demokrasi dersi verdi. Sayın Genelkurmay Başkanı bir gazetecinin "Genelkurmay Başkanı yeterince sert değil, fazla suskun, eleştirileri yapılıyor. Siz neden konuşmuyorsunuz?" tarzındaki maksatlı, siyasi içerikli sorusuna çok ilginç bir cevap verdi. Orgeneral Özkök, "Eğer dövüşken general değil, konuşkan general istiyorlarsa konuşayım. Ben çok sık konuşulmasından yana değilim. Sorumlu davranmak istiyorum. Milletlime, devletime, hükümetime zarar vermek istemiyorum. Doğruları da söylemek istiyorum ve gerekli yerde söylüyorum" dedi. Hızını ve istediğini alamayan bazı gazeteciler bu kez Genelkurmay Başkanı'na 'Bayram mesajınızda TSK'yı yıpratmaya çalışanlar var" eleştirisinde bulundunuz, hedef hükümet miydi ?" sorusunu yönelttiler. Genelkurmay Başkanı yine meslektaşlarımızın beklentilerini karşılamayan bir cevap verdi ve dedi ki: "Bu mesajımda hükümeti hedef almadım. Zaten ben basın aracılığıyla mesaj vermem. Siyasi iktidar aleyhinde konuşmam. Bir şey söylemek istersem, konuşabileceğim yerler var." Meslektaşlarımın askerleri siyasetin içine çekme çabalarını, siyasi içerikli mesajlar vermek için ortam hazırlama gayretlerini hem ülkemiz, hem demokrasimiz, hem de TSK açısından yanlış buluyorum. Siyasi iktidara muhalefet edecekseniz bunun birçok yolu var. Bu amacınıza yedeği olmayan, göz bebeğimiz gibi korumamız gereken TSK'yı alet etmeyin. Hiç merak etmeyin askerler, MGK'da kendilerine kanunların verdiği imkanlar ölçüsünde, düşündükleri her şeyi dile getiriyorlar. Genelkurmay Başkanı'ndan ortalığı gerecek, siyasi gündemi karıştıracak bir cevap alamayanlar bu kez Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Büyükanıt'a yöneldi. Orgeneral Büyükanıt, akıllı bir insan. Kendisine yöneltilen birçok tuzak soruya kendi görev alanının dışına çıkmadan cevaplar verdi. Kalanlar için de adres olarak Genelkurmay Başkanı'nı gösterdi. Her zaman söylediğim bir şeyi tekrar ediyorum; TSK'nın şu andaki komuta kademesi AB yolundaki Türkiye için büyük bir şanstır. Bu şansı doğru kullanmalıyız.