Ankara'daki siyasî hava gittikçe ağırlaşıyor. Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliğini iptalinden sonra kulislerde iki senaryodan bahsediliyor. Herkes, gönlü hangi senaryoya akıyorsa onu tartışıyor. Birinci senaryoyu savunanların iddiası şu: "ABD'nin Orta Doğu'daki çıkarları ile Türkiye'nin çıkarları karşı karşıya gelmeye başladı. Çıkarlar örtüşmüyor. AK Parti yönetimindeki bir Türkiye, ABD-İsrail'in İran ve Suriye'ye müdahalesini güçleştiriyor. ABD, bu güçlüğü aşmak için Türkiye'deki iktidar karşıtları, İran-Suriye ikilisine sıcak bakmayan çevreler ve güç odakları ile iş birliği yaparak AK Parti'den kurtulmak istiyor. Kapatma davası projesinin arkasında ABD ve İsrail var. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının daha bir yıl önce, seçimlerde yüzde 47 oy almış bir iktidar partisine, 'sudan gerekçelerle' kendiliğinden dava açması mümkün değildir. ABD ve İsrail'in desteğiyle bazı kurumlar bu projeyi sistemli bir şekilde yürütüyor. Yargı bu kurum ve çevrelerin baskısı altında. Açılan kapatma davası ile AK Parti kapatılacak. Başbakan Erdoğan ve partinin etkili isimlerine 5 yıllık siyaset yasağı konacak. Daha sonra da AK Parti'nin yerine kurulacak yeni parti, ikiye, üçe bölünecek. Kapatma kararının gerekçesinde mahkeme tarafından öyle bir içtihat oluşturulacak ki, Sayın Erdoğan bağımsız aday dahi olamayacak. Hatta belki milletvekili adaylığında aranan nitelikler bile kaybettirilecek." Salı günü grup konuşmasında; "Bırak durumu hazmet. Yanlışların hesabı sorulur, gün gelir hakların iade edilir" diyen Baykal sanıyorum bu senaryodan haberdar ve davanın kapatma kararıyla sonuçlanacağından emin gibi. Benim Ankara'da dönen dolaplardan sonra çok itibar etmediğim ikinci senaryoyu dillendirenlerin düşünceleri de şöyle: "Devlet kurumları ve bürokrasi baş örtüsü serbestisini bireysel bir hak olarak değil, laiklik ilkesine karşı bir başlangıç hamlesi-bir kırılma noktası olarak görüyor. Baş örtüsünün üniversite öğrencileri için serbest bırakılması konusunda kurumsal bir mutabakat sağlanmadı. Ayrıca toplumun yüzde 10-15'lik bir kesimi de bu düzenlemenin başlaması ile kendi modern yaşam tarzının baskı altına alınacağını, tehlikeye gireceğini düşünüyor. Başbakan Erdoğan kurumsal mutabakat sağlanmadan bu konuda bir şey yapılmayacağını söylüyordu. Ağzından çıkan bir demeç sonrasında MHP hodri meydan deyince siyaseten geri adım atamadı. Baş örtüsü konusunda anayasa değişikliği yapılınca Başsavcı davayı açtı. Yüce Mahkeme baş örtüsü ile ilgili anayasa değişikliğini reddederek kurumların ve toplumun bir kesiminin kaygılarını gidermiş oldu. Kapatma davasında da AK Parti'yi kapatmayarak toplumun diğer büyük kesiminin de kaygılarını giderecektir. Böylece mahkeme herkesi tatmin eden bir sonuca ulaşmış olacaktır. Baş örtüsü konusundaki mağduriyetler de kurumsal mutabakat sağlanana kadar devam edecektir." Adı üstünde senaryo. Bakalım hangisi gerçekleşecek...