Bir yılı aşkın bir zamandır cumhurbaşkanlığı seçimini değil Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkıp çıkmayacağını tartışıyoruz. Tartışma bu noktada kilitlenip kalınca da ortaya demokratik manzaraya gölge düşüren tablolar çıkıyor. Türkiye'yi bu ikileme hapsetmek istenmesinin bedelini ise hepimiz ödemek zorunda kalıyoruz. Çünkü Türkiye'nin hem siyaseten hem de ekonomik olarak güçlü olması için aşması gereken normalleşme ve demokratikleşme süreci, cumhurbaşkanlığı seçimleri üstünden akamete uğratılma tehlikesiyle karşı karşıya bile getirilebilir. Anayasa'ya yorum yolu ile işkence yapmayı göze alan, 'yoklama' marifetiyle üniversite hocalarını zorla miting meydanına getirerek miting düzenleyen bir zihniyetin daha neleri göze alabileceğini tahmin bile edemeyiz. Ancak bu çevreler de şu gerçeği unutmasınlar: 12 Mart 1971 muhtırasının verildiği atmosferde bile TBMM'deki çoğunluk kendilerine dayatılan adayı cumhurbaşkanı seçmemeyi başarmış, bir asker olan Fahri Korutürk'ün şahsında olsa bile iradesinin tecelli etmesini sağlamıştır. Aradan geçen 36 sene zarfında ve özellikle son beş yıl içinde köprünün altından öyle sular akmıştır ki, mevcut TBMM'den bu türden bir dayatmaya boyun eğmesini beklemek hayalcilikten başka bir şey olmaz. Baykal tutarlı mı? Ne yazık ki, "hafıza-i beşer nisyan ile malûldür" sözü böyle zamanlarda bir kez daha ispatlanıyor. Aksi olsa Sayın Baykal'a sormazlar mıydı? Siz ki 1970'lerin Türkiye'sinde demokrasiyi hazmedemeyen solcu aydınları eleştiriyordunuz. 1970'de yayınlanan "Siyasal Katılma: Bir Davranış İncelemesi" adlı çalışmanızda, genel oya karşı çıkan bürokratik devrimcilere karşı, demokrasiyi ve genel oyu savunmuştunuz. Sonra ne oldu da eleştirdiğiniz kişilerle aynı safta yer almaktasınız? Sayın Baykal ve CHP'nin Türkiye'nin gerçeklerinden kopmuş olması Türkiye'ye katkıda bulunan, demokrasinin ve istikrarın teminatı bir muhalefete sahip olma imkânından mahrum bırakmakta ve CHP'yi de gün geçtikçe yalnızlaştırıp, küçültmektedir. Çünkü CHP, atanmışları, çoğu zaman seçilmişlerden daha 'üstün' tutan bir politik tavrı benimsemekte. Bu tavır ile halktan oy istemenin de maalesef mantıklı bir izahı yok. Çünkü bu tavra göre halk, ancak 'bürokratik elit tabaka'nın müsaade ettiği oranda 'vatandaşlık' haklarını kullanabilir. Bu yüzden de Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi, henüz yeterince vatandaş sayılmaması gereken bazı insanlara seçilme hakkını verir. Baykal'ın "Recep Tayyip Erdoğan Başbakan olabilir ama Cumhurbaşkanı olamaz" sözünün arka planında maalesef işte bu tavır vardır. ? Aslolan Türkiye Türkiye, 2007 yılında son beş yılda yakaladığı ivmeyi sürdürmek için siyasi ve ekonomik istikrarını korumak zorunda. Bunun da tek bir yolu var. O da iki seçimin olduğu bu yılı demokrasinin, hukukun ipine sarılmalı. Cumhurbaşkanı seçimi bizim için korunması gereken bir kalenin müdafaası olmaktan çıkıp, yedi senede bir rutin olarak yapılan bir işleme dönüşmediği sürece krizseverlerin ekmeğine yağ sürmeye devam ederiz. Türkiye, krizle ve gerginlikle değil tarihin ve coğrafyanın ona biçtiği rolü taşıyabilmek için gerekli istikrarla ve kararlılıkla yönetilmeyi hak ediyor. Emin olun Cumhurbaşkanlığı seçimi bile Türkiye'nin bu ihtiyacı yanında tali bir konudur. Asıl konu Türkiye'nin normalleşmesidir ve Cumhurbaşkanlığı seçimi de Türkiye'nin normalleşmesi sürecinde boşa harcanmaması gereken bir fırsattır.