Türkiye'nin gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş durumda. Ancak bu diğer konuların bir noktada donup kaldığı anlamına gelmiyor elbette. Hem dünyada hem Türkiye'de gözden kaçırılmaması gereken birçok olay yaşanıyor. Yaşananları günü gününe kaydetmek ve tartışmakla yükümlü biz medya mensuplarının tek bir noktaya odaklanarak diğer gelişmelere sağır kalması ise doğru değil. Mesela Barzani namlı kişinin daha önce yaptığı bir küstahlığı geçen hafta da tekrarlamış olduğunu bir kenara not etmekte fayda var. Barzani adlı bu şahıs Türkiye'nin Kerkük üstünde hiçbir hakkının olmadığını iddia etmekle yetinmiyor, Türkiye'nin müdahalesi halinde kendisinin de Diyarbakır'a karışmaya hakkı olacağı gibi bir açıklamada bulunmaya yelteniyor. Kendisi şunu unutmasın, bölgedeki varlığında Türkiye'nin himayesinin önemli bir rolü vardır. Bundan sonra da Türkiye'yi hesaba katmadan atacağı her adım Barzani'nin kendi bacağına sıkacağı kurşun hükmünde olur. Barzani, şimdi bir yerlere güvenip tafra satıyor olabilir. Ancak o tafralarını yutmak zorunda kalacağı günler de eninde sonunda gelecektir. Geçtiğimiz hafta, hepimizi derinden etkileyen bir başka gelişme daha oldu. Türkiye'nin birlik ve beraberliğini savunan 9 Mehmetçiğimiz daha şehadet şerbetini tereddütsüz içmiş ve ciğerimize dokuz ateş parçası düşürmüştür. Canlarını bu memleket için feda eden, kanlarıyla bu toprakları bir kez daha vatan kılan Mehmetçiklerimiz için Allah'tan rahmet, yakınlarına ise sabrı cemil dilerim. Herkes rengini belli ediyor Gelelim bu haftaki konumuza. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça; ilim irfan görmüş, okuması yazması olan kelli felli bazı adamlar ilginç, insanı hayrete düşüren görüşlerle ortaya çıkıyorlar. İnsanın kanını donduracak açıklamalar yapıyorlar. Bunları duyduğunuzda irkiliyorsunuz ve "Bu muydu benim yazılarını takip ettiğim köşe yazarı, bu muydu benim saygı duyduğum hukuk adamı, bu muydu gençlerimizi yetiştirecek bilim adamı?" demekten kendinizi alamıyorsunuz. Cumhurbaşkanı her vatandaşın yani "cumhur"un başkanıdır. Bu makama seçilecek bir insanla ilgili her vatandaşın söz söyleme hakkı tabii ki vardır. Ancak söz söylerken-düşünce açıklarken, hele de fikir beyan eden insan ilim-irfan sahibi birisi ise açıklamalarında mevcut Anayasanın, evrensel hukuk değerlerinin. Demokrasinin, insan haklarının, bilimin dışına çıkmamalıdır. Son iki haftadır yapılan açıklamaları birer tarihi ibret vesikası olarak saklayın. Darbe teşviki yapanlar mı ararsınız, yürürlükteki yasalara zorlama yorumlar getirerek Anayasa'ya işkence edenler mi ararsın, bilimsel araştırma ve eğitim misyonunu unutup öğrencilerini sokağa teşvik eden bilim adamlarını mı; Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse askerler köşke gitmeyecek, Erdoğan'ı sık sık uyaracak diyen köşe yazarlarını mı? Kısacası bilim dışı, hukuk dışı, demokrasi dışı ne kadar düşünce varsa hepsi piyasada. Ne adına yapıyorlar bütün bunları? Dünyanın sonu değil Biz bu filmi daha önce de izledik. 3 Kasım seçimlerinden önce aynı çevreler AK Parti iktidar olursa, hele hele de Erdoğan başbakan olursa adeta Türkiye için dünyanın sonunun geleceğine kamuoyunu inandırmaya çalışmışlardı. Ne oldu? Koskocaman sıfır. 4,5 yıl geçti. Bu 4,5 yıllık icraattın sonunda enflasyon yüzde 33,4'ten yüzde 10'un altına düştü. 182 milyar dolar olan GSMH 400 milyar dolara çıktı. Yüzde 64,4 olan iç borçlanma faiz oranı yüzde 14'e düştü. Kişi başına milli gelir 2 bin 169 dolardan 5 bin 700 dolara çıktı. Demokrasi kök saldı. AB yolunda tarihi adımlar atıldı. Türkiye AB ile hayal olan müzakerelere başladı. AK Parti'nin bir tehlike olmadığı, gizli bir gündemle hareket etmediği, Türkiye'nin yörüngesini değiştirmeye çalışmadığı ortaya çıktı. Şimdi yine aynı çevreler, Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olmasını Türkiye için dünyanın sonu geliyormuş gibi bir hava yaymaya çalışıyorlar. Diyorlar ki "Başbakan olabilirsin ama Cumhurbaşkanı olamazsın." 3 kasım seçimlerinden önce "muhtar bile olamazsın" demişlerdi. Ama başbakan oldu. Kamuoyunda tabii ki herkes böylesine önemli bir konuda görüş açıklama hakkına sahiptir ama zırvalamadan, saçmalamadan, demokrasinin-hukukun-mevcut yasaların dışına çıkmadan. YÖK'ün endişesi ne? YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sıfatıyla konu ile ilgili kişisel fikrini söylemelidir. Ama YÖK başkanı sıfatı ile yayınlanan o bildirideki sözleri söylemesi doğru mudur? YÖK Başkanı ve rektörler sonuçta devlet memurudur. Acaba sayın rektörlerin endişesi Cumhuriyet değerleri ile mi ilgilidir yoksa kendi koltukları-makam arabaları ve hükmettikleri imkânlarla mı ilgilidir. YÖK ile ilgili yasalarda Rektörler Komitesi diye bir komite var mıdır? Rektörler komitesinin yasal dayanağı var mıdır? Nasıl oluyor da ilim-irfan sahibi 70'in üzerinde rektör-ilim adamı bu bildiriyi oy birliği ile yayınlıyor? Oy çokluğunu anlardım, oy birliği ile nasıl karar alınmış? YÖK'ün Anayasa'da belirtilen görevlerini inceliyorsunuz, böyle bir görevi yok. Anayasamıza göre üniversite öğretim üyeleri ve öğrenciler üniversite dışında siyaset yapabilirler. Ancak üniversite çatısı altında siyaset yapmaları mevcut yasalara göre suçtur. Rektörler komitesi yasaları çiğnemiştir. Ayrıca YÖK Disiplin Yönetmeliği'nin 11. maddesi öğrencileri siyasi gösterilere teşvik edenlerin meslekten atılmasını öngörüyor. Yasa ve yönetmelikleri öğrencilere ve öğretim üyelerine uygulayan rektörler kendilerini yasaların üstünde mi görüyorlar? Mantık yanlış "Anayasa'da öngörülen niteliklere sahip herkes Cumhurbaşkanı olabilir ama Erdoğan olamaz" diyerek meseleyi kişiselleştirmenin anlaşılabilir bir mantığı yok. Sorun başka yerde. Sorun güç paylaşımında. Elden giden Cumhuriyet değerleri filan değil, elden giden güç. Bu çevrelerin paniğe kapılmalarının sebebi budur. Başbakan Erdoğan'ın köşke çıkmasına karşı olabilirsiniz. Bunu anlamak mümkün. Ama yürürlükteki Anayasa ve yasalar orta yerde dururken ve maç başladıktan sonra maçın öncesinden ilan edilmiş-herkesçe bilinen kurallarını değiştirme imkanının olmadığı bir ortamda "Sen Cumhurbaşkanı olamazsın" diye dayatmak, demokrasiye, hukuka, evrensel değerlere ve en basitinden mantığa sığmaz.