Perşembe akşamı konuğumuz Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'ti. Sayın Bakanla eğitim sistemini ve öğretmenlik mesleğinin sorunlarını sorguladık. Ülkemizin en önemli meselesinin eğitim olduğu konusunda herkes hemfikir. Hükümet de, bütçeden en fazla kaynağı bu alana tahsis ederek, bu konudaki samimiyetini gösterdi. Bu kaynak yeterli mi? Tabii ki değil! Ama en fazla para bu alana ayrıldı. Bu kaynağın yeterli olmadığına dair bazı örnekler vermek istiyorum: Eğitim harcamalarının GSMH'ye oranı; İsveç'te 8.3, Fransa'da 5.7, İtalya'da 4.5, bizde bu oran 3.09. Başka bir örnek: ABD'nin bir öğrenci için bir yılda harcadığı para 6 bin dolar, AB'nin ayırdığı para 4 bin dolar, dünya ortalaması bin 240 dolar, bizim bir öğrenci için şu anda bir yılda ayırabildiğimiz kaynak 390 dolar. En büyük bütçeyi MEB'e tahsis etmemize rağmen, verdiğim örnekler eğitimde çok ciddi bir kaynak sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Peki neden böyle? Sayın Bakan, "Pasta bu kadar. Bu pastanın en büyük dilimini hükümetimiz Milli Eğitim Bakanlığı'na ayırdı. Ama yeterli değil. Pastanın büyütülmesi lazım. Milli gelirimizin artması lazım. Popülizm yapıp para basarak bunu artıramayız. Geçmişte bu yapıldı ama cezasını büyük ekonomik krizlerle hepimiz ödedik" diyor. 2 milyon 400 bin kamu personelinin 1 milyona yakını MEB'de çalışıyor. MEB'in sorumluluğundaki öğrenci sayısı yaklaşık 20 milyon. Bu sayı 5-6 İskandinav ülkesinin nüfusunun toplamı kadar. 2004 yılında okula yeni başlayan öğrenci sayısı 1 milyon üç yüz kırkbeş bin. İngiltere'de bu rakam 300 bin. İşte, bu rakamlar, 'MEB'e pastadan en büyük dilim ayrıldığı halde' bu kaynağın neden yetersiz kaldığını ortaya koyuyor. Delik büyük, yama küçük kalıyor. Bu nedenle de, bakanlık bütçe dışı imkanlara yöneliyor. Eğitime yüzde 100 destek kampanyasının amacı da bu. Sayın Bakan, kamu adına dilencilik yaptıklarını söylüyor ve hayırsever iş adamlarını, Sivil Toplum Örgütlerini okul yaptırmaya davet ediyor. Eğitimin üç temel meselesi Milli Eğitim Bakanı eğitim alanında üç temel soruna işaret ediyor. Bu üç temel sorunun çözülmesi halinde, Türkiye'nin eğitim alanında, AB seviyesine gelebileceğine dikkat çekiyor. Birinci sorun, eğitimin alt yapısının iyileştirilmesi. Sayın Bakan, "Okullaşma oranı ve derslik sayısı artırılmalı. 40 bin derslik yaptık. 2005'te 30 bin derslik daha yapacağız" diyor. Eğitimin teknolojik alt yapısının da geliştirilmesi gerektiğine işaret eden Bakan Çelik, göreve geldiklerinde 164 öğrenciye bir bilgisayar düştüğünü hatırlatarak, bu yıl bu oranı 64 öğrenciye çektiklerini söylüyor. Öğretmenlere laptop temini ve bilgisayar kullanmayan adayların öğretmenlik müracaatlarının kabul edilmemesi bu yöndeki çabalardan bazıları. Bakan Çelik, eğitimin 2. temel sorunu olarak öğretmenlerin niteliğinin-kalitesinin artırılması olduğuna inanıyor. Bu amaçla öğretmenlerin kendilerini geliştirmelerini özendirmek için kariyer sistemi (Stajyer öğretmen-öğretmen-uzman öğretmen-baş öğretmen) getirilmiş... Öğretmenlerin bilişim teknolojisi alanında eğitilmesine başlanmış.. Teftiş sistemi performans denetimine dönüştürülmüş. Sayın Çelik'in dikkat çektiği eğitimdeki üçüncü temel sorun ise çağdaş bir müfredata geçilmesi. Bu alanda iyi gelişmeler var. İlköğretim müfredatı değiştirilmiş. Ortaöğretim müfredatı da yakında değiştirilecek. İtiraf edeyim ki; Bakan Çelik'ten çok etkilendim. Çok heyecanlı, çok istekli. Eğitim sistemimizdeki dağ gibi sorunların karşısında onun 'istekli-inançlı, pozitif' tutumu beni umutlandırıyor. Bakan Çelik, "Bırakın çalışalım. Gizli bir gündemimiz yok. Herkes bize yardım etsin. Şeytan taşlamaktan ibadet etmeye zaman bulamıyoruz" diye dert yanıyor.