Dünkü yazımda, son 3 haftadır gündeme damgasını vuran baş örtüsü yasağının kaldırılması tartışmalarında empati kurmamız halinde bu sorunları gerilmeden aşabileceğimizi yazmıştım. Yine tekrarlıyorum; TBMM'in baş örtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin düzenlemesine karşı çıkanlar, bir an için kendilerini yasağın kaldırılmasından yana tavır koyanların yerine koysunlar. Düşünün ki; Başbakan ve bakanlar dahil birçok milletvekilinin kızları bu baş örtüsü yasağının getirdiği mağduriyeti kendi aileleri içerisinde yaşamışlar. Kendi partilerine oy veren insanların bir kısmı aynı sıkıntıları çekmiş. İmkanı olanlar kızlarını üniversite eğitimi için yurtdışına göndermiş. İmkanı olmayanlar ise çocuklarına yasak nedeniyle yükseköğrenim yaptıramamışlar. Bu insanların, kendilerinin de hissederek bizzat yaşadıkları bir sorunu çözmek için çaba sarf etmelerinden daha doğal ne olabilir? Bu girişimi başka mecralara çekmek, "gizli gündemleri var" diye nitelendirmek, hele hele "laiklik"le irtibatlandırmak ne kadar doğru? Yıllarca bu sorunu bizzat kendi ailenizle birlikte yaşıyorsunuz, daha sonra milletin desteği ile sorumluluk mevkiine geliyorsunuz, sizin gibi mağdur olan insanlar sizden çözüm istiyor. Ama toplum gerilmesin, konsensüs oluşsun diye bu sorunun çözümünü erteliyorsunuz. Millet tahammül ediyor ve sizi ikinci kez daha büyük bir destekle sorumluluk mevkiine getiriyor. Sorunu tekrar gündeme getirdiğinizde CHP ve DSP hariç tüm siyasi partiler çözüme destek veriyor. Siz olsaydınız ne yapardınız? Lütfen bunu düşünün. Hangi mantıklı bir gerekçe ile bu sorunu ertelediğinizi millete anlatabilirdiniz? Bu yasağın kaldırılmasını isteyenlere de empati kurmalarını öneriyorum. Onlar da bir an için kendilerini bu yasağın kaldırılmasından samimi endişe duyanların yerine koymalı ve onların neden endişe duyduklarını anlamaya çalışmalıdırlar. Amacı ,"üzüm yemek" olan insanlar samimi insanlardır. Zaten amacı "bağcı dövmek" olanlarla empati kurulamaz. Onlar iyi niyetli değildir. Amaçları, hedefleri başkadır. Sadece konuyu istismar ediyorlardır. Ama samimi endişesi olanların bu endişelerini gidermek iktidarın sorumluluğudur. Bu insanlar bazı çevrelerin propagandasından da etkilenerek "acaba gerçekten yaşam tarzımız tehlike altında mı" diye tedirginlik duyabilirler. Ben Sayın Başbakanın bu endişeleri fark ettiğini ve endişeleri gidermeye yönelik önemli mesajlar verdiğini düşünüyorum. Başbakanın,"Eğer bazı vatandaşlarımız samimi bir endişe içindelerse, onlara da açıklıkla ifade ediyorum ki: bizim ilkelerimizde başı örtülü, başı açık diye bir ayırım yoktur, olamaz. Bunu böyle bilin. Başı açık olan kardeşim, kardeşimdir. Başı örtülü olan kardeşim, o da kardeşimdir. Onun için bunların 'başı açık olanların geleceği garanti altında olmaz' gibi safsatalarına asla uymayın. Nasıl şu ana kadar hiçbir başı açık kardeşim bu ülkede bizden olumsuz bir şey görmediyse bundan sonra da görmez, göremez. Çünkü onların yaşam şekli de bizim güvencemiz altındadır." söylemi bu endişeleri gidermeye yönelik bir söylemdir. Başbakan gerilimi körükleyen ve bu işin istismarını yapan çevrelerle bu işten kaygı duyan samimi vatandaşlarımızı birbirinden ayırmıştır. Başbakanın "Ne zaman kendinizi, özgürlüğünüzü baskı altında hissederseniz açık söylüyorum, bizi daima yanınızda bulacaksınız" sözleri, var olan endişelerin doğru okunduğunu gösteriyor. Ülkenin başbakanının sözlerine inanmak zorundayız. Hele bu sözleri sarf eden başbakan Tayyip Erdoğan ise daha fazla inanabilirsiniz. Milletimiz uyanık davranmalı. Ülkemizde ellerinde kışkırtma ve kutuplaştırma gücü olan, dar ama etkin ideolojik bir kesim var. Bu kesim parti kapatma tehdidi ile rejim kavgasını kışkırtarak, kutuplaşma oluşturarak, milletin oyu ile meclise gelmiş olan 411 milletvekilinin iradesini "kaos" ilan ederek siyaseti ve toplumu baskı altına almaya çalışıyorlar. Bu kesimlerin korkutmalarına esir olmayın, kaygılarınızı artırmaya, laikliğin yerine şeriatın geleceğine sizi inandırmaya çalışıyorlar. Aklınızı kullanın.