TBMM, geçtiğimiz hafta 86. şeref yılını kutladı. Bir İstiklal Savaşından alnının akıyla çıkan, düşman, Polatlı'ya kadar yaklaşmışken bile egemenliğin millete ait olduğu iradesinden taviz vermeyen yüce Meclisimiz rüştünü daha o zaman ispat etmiştir. Araştırmacı Ahmet Demirel, "Birinci Mecliste Muhalefet" adlı kitabının sonunda "Ülkenin işgal altında iken ve savaş en ağır şartları dayatırken, demokratik bir Meclise sahip olması ve İstiklal Savaşı'nı böyle bir Meclisin yönetimi altında başarıya ulaştırması, Türkiye için, bugün de gelecekte de kıvanç verici bir miras olarak anılmalıdır" tespitinde bulunur. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti varlığını güçlü bir devletin lütfuna değil TBMM'nin azim ve iradesine, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Türk milletinin canı pahasına savaşmış olmasına bağlıdır. Tarihinde bütün bu şerefli olaylar bulunan Türkiye Cumhuriyeti'ni, bağımsızlığını İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürgeci güçlerin insafına borçlu tarihi olmayan devletlerle karıştırmamalıyız. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" tabelası bu Meclisin duvarında dekoratif maksatlarla değil, milli bir mücadelenin eseri olan bir TBMM'ye sahip olduğumuz için hak ettiği yeri aldı. Türkiye, nice siyasi ve ekonomik badireyi, iradesini TBMM'de tecelli ettirerek atlattı. Nitekim 3 Kasım seçimleri milletin böylesi bir irade beyanında bulunmasıyla sonuçlandı. 3 Kasım seçimlerinin verdiği güç ve kararlılıkla hareket eden mevcut meclis ve hükümet ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmeyen büyük bir değişim programına imza attı. Son üç yılda yapılanlar sadece yakın geleceğimizi değil 50 yıl sonraki Türkiye'yi şekillendirecek bir değişimin adımlarıdır. Türkiye'yi önce bölgesel sonra da küresel güç konumuna çıkaracak kararlara eğer bugünden imza atıldıysa bu ancak gelecekten bugüne bakıldığında layıkıyla anlaşılacaktır. O zaman "Sessiz Devrim"le birlikte; gerçekleşen değişim programının nasıl güçlü bir ülke inşa ettiğini hiç kimse inkâr edemeyecek. Yeter ki 86. şeref yılını kutladığımız TBMM, ilk kurulduğu zaman olduğu gibi milletin iradesinin tecelli ettiği çatı olmaya devam etsin. Türk milleti, yazının en başında belirttiğim gibi kendini idare edebilecek akla sahip, hiç kimseden demokrasiye, laikliğe, Meclise ve tüm anayasal değerlere nasıl sahip çıkması gerektiği konusunda ders almaya ihtiyaç duymayacak kadar reşit bir millettir. Hiç kimse anayasada yer alan temel ilkelerden hangisine nasıl sahip çıkılacağı konusunda bu millete akıl hocalığı yapmaya kalkmasın. Her vatandaşımız bir numaradır Anayasamızın üstünde yükseldiği temel ilkeleri lafzen değil ruhen idrak eden her kişi, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ve cumhuriyet ve demokrasinin birinden biri tercih edilmesi gereken iki rakip kavram olmadığını anlayacak kadar da basiret sahibidir elbette. Hiç kimse egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu gerçeğini hazmedemediğini, kendini milletin üstüne yerleştirerek gizlemesin. Her vatandaşının 1 numara olduğu bir Türkiye inşa etmek istiyorsak, bunu her vatandaşına TBMM çatısı altında, sağlıkta, eğitimde, ekonomide, üretimde eşit değer vermek suretiyle başarabiliriz. Vatandaşlarının bir kısmını hayat tarzı yüzünden mahkum eden, ikinci sınıf sayan bir anlayışla ise küskünlüklerden, kırgınlıklardan, kızgınlıklardan başka bir şey elde edemeyiz. Sayın Tayyip Erdoğan'ın çizdiği Türkiye resmi, sadece belli bir siyasi görüşe, düşünceye mensup olanlara değil; her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının içinde kıvançla ve huzurla yaşayacağı büyük, demokrat ve müreffeh bir Türkiye'ye ait. Ülkemizin dünya liginde hak ettiği yeri alması, hangi partiden, düşünceden olursak olalım küçük hesapları bir kenara bırakarak Türkiye'ye inanmamıza, sahip çıkmamıza bağlı. Bunu hep beraber idrak ettiğimiz gün, o Türkiye'ye bir adım daha yaklaşmış olacağız.