Türkiye'de son üç-dört yılda öyle çok şey değişti ki, olaylara beş yıl öncesinin alışkanlıklarıyla bakarak bugünü analiz etmemize imkân kalmadı. Türkiye'nin Kıbrıs konusunda attığı son adım, dış politikada sürüklenen, gündeme tabi olan değil; belirleyici olan, inisiyatif alan vizyon sahibi bir ülke olduğumuzun en açık göstergesi oldu. AB müzakere sürecinin askıya alınması gündeme gelince herkes Türkiye'nin dış politikada köşeye sıkıştığını zannetti. Bu çevrelere göre Türkiye üstünde kurulan baskılara dayanabilecek bir ülke değildi. Bütün bunları düşünen çevrelerin ne kadar hatalı olduğunu ise Türkiye'nin son diplomasi hamlesi ispatladı. Teklifi gündeme getiren, gündemi ve tartışmanın seyrini belirleyen dinamik bir Türkiye olduğu gerçeğini fark etmeyen çevreler bu adımı tekrar tekrar değerlendirmeli ve ezberlerini bozmak zorunda olduklarını, Türkiye'yi değerlendirirken eski parametreleri kullanmanın bir anlamı olmadığını kabullenmeliler. Rehn, Türkiye'den 'altın gol bekliyoruz' diyerek futbola gönderme yapmıştı. Türkiye'nin son yaptığı hamle ise futboldan ziyade satranca ilişkin bir deyimi hatırlattı bana. Türkiye, kendini köşeye sıkıştırmak için kullanılan stratejiyi kullanarak karşı tarafa sıkı bir şah çekmiş ve oyunun seyrini değiştirmiştir. Çözüm için gereken adımı biz attığımıza göre bundan sonra Magosa'ya ve Ercan Havaalanı'na dönük ambargo kalkmaması halinde hem Kıbrıs Rum kesimi hem de AB ağır bir sorumluluk altına girmiştir. Türkiye'nin başlattığı kazan-kazan hamlesine doğru cevabı veremedikleri sürece kimse ülkemizi çözümsüzlüğe çare olarak sarılan taraf olarak göremez. Bu tür kararlar almak cesaret ister. Genel seçimlere 11 ay gibi kısa bir süre kala bu cesareti gösteren başta Başbakan Erdoğan olmak üzere Hükümeti tebrik ederim. Erdoğan bir kez daha liderliğini ispat etmiş oldu. Türkiye böylesi adımlarla oyunda belirleyici taraf olmayı sürdürdüğü ölçüde, bir adım önde olmakla kalmayacak adada kronikleşen sorunlar mecmuasını tarihin bir parçası haline getirmede de başrolü oynayacaktır. Tazminat tuzağına düşmedik Bildiğiniz gibi 1998 yılında neticelenen Loizudu davasıyla Türkiye 1 milyon dolar tazminat ödemişti ve daha sırada kaybedilmesi muhtemel on binlerce dava olduğundan söz ediliyordu. Oysa Türkiye geçen süreç içinde inisiyatifi ele geçirdiği için AİHM, Ksenides Arestis davasını karara bağladı: Kuzey Kıbrıs'taki mülkü için 2 milyon euro tazminat isteyen Rum yurttaşına KKTC'deki Mal Tazmin Komisyonu'nun önerdiği 850 bin euro bedel ile 35 bin euro mahkeme masrafını yeterli gördü. Bu rakamdan daha önemlisi şu: AİHM komisyonu bir iç hukuk yolu olarak kabul etti. Bu kararın KKTC'ye ait bir kurumun tanınmasının yanı sıra bir faydası daha var. O da AİHM'de yargı sürecinin başlaması için öncelikle iç hukuk yollarının tükenmesinin şart olduğu için artık KKTC'nin kurduğu komisyona başvurmadan doğrudan AİHM'ye dava açması mümkün olamayacağı gerçeği. Yani Türkiye eline önemli bir koz daha geçirmiş oldu. Böylece Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak isteyen çevreleri kendi silahlarıyla vurmuş olduk. Bundan sonra da Türkiye siyasi ve ekonomik anlamda mevcut istikrarını ne kadar korur ve ne kadar güçlenirse mevcut sorunlarıyla daha kararlı bir şekilde baş eder ve dünya politikasında daha çok ağırlığı hissedilen, belirleyiciliği olan bir ülke olur. Oyunun kurallarına tabi olan ülkeler liginden oyunun kurallarını belirleyen ülkeler ligine doğru yükseldiğimizi önümüzdeki yıllarda çok daha net bir şekilde göreceğimiz kanaatindeyim. Bu noktadan sonra Kıbrıs'ın muhtemel geleceği ile Osmanlı Devleti'nin Girit'i kaybetmesi süreci arasında bir benzerlik kurmasınlar. Çünkü gelecek eski alışkanlıklarla değil güçlü inisiyatiflerle inşa edilir. Kendi adıma şundan da eminim: Türkiye'nin güçlü olduğu bir dünya şimdikinden daha barışçıl ve istikrarlı olur.