Eylül 2001 olaylarından sonra bu kavramlar üzerine yapılan vurgular Müslüman kimliğinin terörist kavramıyla özdeşleştirilmesi sonucunu doğurdu. İslam eşittir terörizm; terörist eşittir Müslüman eşittir terörist denklemi Ortadoğu'daki herhangi bir çatışma ya da İslamî terör olayından bahsederken camide namaz kılan insanların görüntülerini ya da ezan seslerini duyuran medyanın da katkısıyla kuruldu. Oysa İslam ve Terörün aynı cümle içinde kullanılmasını hiçbir mantık kabullenemez. Çünkü İslam kelimesi, Arapça'da "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir. İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir. Kur'an ayetlerinde insanlar, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırılmaktadır. Bir gemide bir masum ve dokuz cani ya da doksan dokuz cani olsa dahi, toplumun selameti veya başka mülahazalarla o gemiyi batıramazsınız. Her bir fert ayrı bir alemdir ve topluluk için feda edilecek bir eşya muamelesine tabi tutulamaz. Her bir insan fert olarak Yaratıcı için değerlidir. O yüzden tek cana kıymak bütün alemin canına kıymakla denk tutulmuştur ölçüsünü koyan bir dinin terörle ne alakası olabilir ki? Töhmetten kurtulmak için Yine de bütün bunları bilmek "Terör"ü kullanan kimi kişi ve grupların yaptıklarına "İslam"ı kılıf olarak seçmiş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İnsanlar, kendilerini 'gerçek müslüman' olarak da tanımlayarak, (onları öyle tanımlayanlar da az değil) şiddete başvuruyor ve 'İslami terör' veya 'İslamcı terör' gibi deyimlerin yaygınlaşmasına yol açıyor... Elbette ki İslam'ı emellerine alet etmek isteyenlere engel olmak öncelikle Müslümanların görevidir. Bu noktada Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in "dinci terör"le ilgili olarak yaptığı "Buna karşı İslam dünyasının en evvel tavır koyması lazım. İslam'a inanan insanlar kendi dinlerini bu töhmetten kurtarmak mecburiyetindedirler. Aksi takdirde dini aslından bilmeyenler, İslam eşittir terör ya da İslam eşittir vahşet gibi algılamaya giderler... Böyle bir durumda bunun sorumlusu bugünkü İslam dünyası olur..." tespitini buraya aktarmakta fayda var. Türkiye'ye düşen görev Bildiğiniz gibi Müslüman ülkeleri bir çatı altında toplayan tek uluslararası teşkilat olan İslam Konferansı Örgütü geçtiğimiz Haziran ayında İstanbul'da toplandı ve tarihinde ilk kez demokratik bir yöntem kullanarak Genel Sekreter olarak Prof. Dr. Ekmelettin İhsanoğlu'nu seçti. Geçtiğimiz dönemde Türkiye'nin Irak'a komşu ülkelerin hem dışişleri bakanları hem de meclis başkanları seviyesinde toplanmasında ve sonuç bildirilerinde inisiyatifini konuşturmuş olmasını da buna eklerseniz Müslüman nüfusun ağırlıkta bulunduğu ülkeler arasında biricik demokratik ve istikrarlı rejime sahip olan Türkiye'nin bu denklemin bozulmasında oynayacağı rolün büyüklüğünü de anlayabilirsiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugün başlayacak 3. Din Şûrası'nı bu açıdan önemsiyorum. Eminim şûraya katılacak bilim adamları da sorumluluklarını yerine getirecek ve "denklem" bu tip gayretlerin karşısında tuzla buz olacaktır. Şurası açık ki Türkiye'nin, bu konuda üstüne düşen öncü rolünü üstlenirse tarihi yapan ülkeler arasına katılması an meselesi.