Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son Washington ziyaretine ben de katılmıştım. Erdoğan-Bush görüşmesinin ardından, "Kıbrıs'la ilgili müzakere süreci artık dönülmez bir yola girdi. Bu süreci durdurmaya kimsenin gücü yetmez. Bu mesele bitmiştir" tarzında bir yorum yapmıştım. Çünkü tüm uluslararası etkin aktörler bu problemin artık çözülmesi gerektiğine inanıyorlardı ve meselenin çözümü için ortaya ciddi bir irade koyuyorlardı. 30 yıldır; Rum ve Yunan tarafı, Türk tarafı ve T.C. Devleti'nin "Çözüm istemeyen taraf"olarak algılanmasını sağlamayı başarmıştı. Ancak bu kez beceremediler! AK Parti hükümeti daha iktidara geldiği ilk günden itibaren, 30 yıldır çözülemeyen bu problemi çözmeye kararlı olduğunu ifade etti. Başbakan Erdoğan'ın en önemli hedefi Türkiye'yi AB'ye taşıyacak tüm reformları gerçekleştirerek AB'den müzakere tarihi almaktı. Bu konuda hızlı ve kararlı hareket ederek tüm dünyanın takdir ettiği bir mesafe alındı. Ama Sayın Erdoğan AB ülkelerinin liderleri ile yaptığı temaslarda gördü ki, Kıbrıs sorununu çözmeden ve bu konuda çözüm yanlısı samimi bir tutum sergilemeden, Türkiye'ye AB'nin müzakere tarihi vermesi adeta imkansızdı. Bu durum resmi olarak dile getirilmese de realitenin böyle olduğunu fark etti Başbakan. İşte bu andan itibaren Türk hükümeti, Rumların AB'ye üye olacağı 1 Mayıs 2004'ten önce, Kıbrıs sorununu çözmek için bir seferberlik ilan etti. Bir taraftan Dışişleri Bakanlığı, diğer taraftan Genelkurmay yetkilileri hummalı bir çalışmaya başladılar. Sonuç olarak, süreç bugünkü noktaya kadar geldi. Sürecin bu noktaya, bu süre içerisinde gelebilmesinin sebebi, Sayın Başbakan'ın AB'den müzakere tarihi alınması ile ilgili kararlılığıdır. Tüm bu hızlı ve koordineli çalışmalar sonunda, 4'üncü Annan Planı olarak adlandırılan metin ortaya çıktı. Türk diplomasisi ilk kez, tüm oyunlara rağmen masadan kalkmadı. Çözüm isteyen tavrını sonuna kadar sürdürdü. Çıkarlarını masada kalarak, sinirlerine hakim olarak korumaya çalıştı. 30 yıldır ilk kez dünya kamuoyu Türkiye lehine tavır koydu, Türkiye'yi tavrından dolayı takdir etti. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Türkiye üzerine düşeni yaptı 24 Nisan'da yapılacak referandumdan ne çıkarsa çıksın AB'nin Kıbrıs sorunu ile ilgili Türkiye'ye söyleyebileceği bir şey kalmamıştır. Çünkü Türk hükümeti, bu sorunun çözümü için üzerine düşen her şeyi yapmıştır. Hem de yerel seçimlerde 5-6 puan oy kaybını dahi göze alarak bunu yapmıştır. Ben Kıbrıs'ta kalıcı ve barışçı bir çözüm bulunmasını istiyorum ve bu nedenle de Annan Planı çerçevesinde bir çözüme taraftar olanlardanım. Bugünkü konjonktürde, bundan daha iyi bir anlaşmanın yapılmasının pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Varılan sonucun, hem ülkemiz hem de Kıbrıslı soydaşlarımız açısından iyi ve kötü tarafları var. Ama uluslararası ilişkilerde karşılıklı tavizler verilmeden barışcı bir çözüme ulaşılamayacağı da bir gerçek. Herkes iyi bilmelidir ki; çözüm, problemin iki tarafın da çıkarlarını gözetebilecek bir anlaşmanın uygulanabilmesiyle mümkün olabilir. İki tarafın da kayıp ve kazançları bir denge içinde olursa anlaşma kalıcı olabilir. Şimdi 24 Nisan'da referandum var. Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımız izolasyonlar ve haksız ambargolardan kurtulmalı. Rumlarla birlikte AB'ye girerek, AB'nin tüm imkanlarından yararlanmak için bana göre bu referandumda 'evet' diyecekler. Bu 'evet'le, hem kendi geleceklerini, hem de AB'ye girmek isteyen 70 milyon Türk vatandaşının geleceğini karartmayacaklardır. Rumlar ne yaparsa yapsın! Rum tarafında, referandum sonucunun ne çıkacağı beni çok ilgilendirmiyor. 'Hayır' çıktığında neler olacağının hesabını kendileri yapsınlar. Ama Kuzey'de sonuç 'evet' çıkarsa, soydaşlarımız hem kendileri için hayırlı bir iş yapmış olurlar, hem de aralık sonunda, AB'den Türkiye'ye tarih verilmesinin önündeki son engeli de ortadan kaldırmış olurlar. Unutmayalım, referandum sürecine karşı çıkmak, Türkiye'yi uluslararası arenada çok ciddi sıkıntılara sokar. Bu sorun çözüldükten sonra Türkiye'nin hareket kabiliyeti ve bölgedeki gücü artacaktır. Şimdi çözüm olmaz ise zaman daha çok aleyhimize işleyecektir. Hepimizin endişesi derogasyonların birincil hukuk olmaması. Ancak unutmayalım ki, AB Konseyi anlaşmanın AB hukuku açısından birincil önemde olduğuna ilişkin yazılı taahhüt veriyor. Sapla samanı birbirine karıştırma çabaları var. Fayda ve mahzurları terazinin kefelerine koyun, göreceksiniz ki; hem T.C. devletinin hem de Kıbrıslı soydaşlarımızın elde ettikleri faydalar ağır basıyor. Duygusallığı, hamaseti bir kenara bırakıp aklı ön plana alalım.