Hem Başbakan Erdoğan hem de CHP Lideri Kılıçdaroğlu dün Meclis'te yaptıkları grup konuşmalarında basın özgürlüğü ile ilgili tartışmalara geniş yer ayırdılar. Başbakan Erdoğan, "Türkiye'de gazeteci kisvesi altında on yıllardır ne tür kirli senaryoların uygulandığını, medyanın müdahalelere nasıl çanak tuttuğunu, terör örgütlerinin değirmenlerine nasıl su taşıdıklarını uluslararası basın çevrelerinin görmelerini istiyoruz" dedi. Gerçekten de son Oda TV olayından sonra birçoğu İsrail yanlısı sermayenin kontrolünde olan bazı uluslararası basın kuruluşları Türkiye'yi, basının baskı ile susturulduğu bir diktatörlük gibi takdim ettiler. Bahse konu basın kuruluşlarında Türkiye ile ilgili yüzlerce olumsuz yazı ve yorum çıktı. Olayın detaylarına bakmadan, Oda TV ile ilgili savcıların elindeki bilgi ve belgeleri araştırma ihtiyacı duymadan sanki bir basın kuruluşu, iktidara muhalefet ettiği için susturuluyormuş gibi Batı kamuoyunu yalan-yanlış bilgilerle yönlendirmeye çalıştılar. Başbakan Erdoğan'ın da altını çizdiği gibi candaş medya da bu yabancı kuruluşlarına lojistik destek sağladı ve onlarla paralel yayınlar yaptı. Avrupa Birliği'ndeki bazı kurumlar da bu yayınlarla yönlendirildi. Gerçek eninde sonunda ortaya çıkacak. Fakat adamlar pişkin, "AK Parti, İran'dan 25 milyon dolar yardım aldı" haberinde olduğu gibi çark edip özür dilerler. İsrail yanlısı lobilerle, yabancı bazı basın kuruluşlarının çabasını anlamak mümkün. Anlamadığım tek şey Avrupa kurumlarının bu kampanyanın amacını görmemesi ve kampanyaya alet olmasıdır. Yerel candaş medyanın çabalarını da anlayabiliyorum. Onlar Türk medyasının kirli geçmişinin sorgulanmasını, eski defterlerin karıştırılmasını istemiyor ve bu çabayı-iradeyi engellemeye çalışıyorlar. Çünkü "medya ve darbeler", "medya ve 28 Şubat", "medya ve Ergenekon", "medya ve Balyoz" diye bir araştırma ve inceleme yapılırsa, çıkacak sonuçlardan sonra milletin, çocuklarının ve torunlarının yüzüne bakamayacaklarını, âleme rezil olacaklarını gayet iyi biliyorlar. Her ay düzenli şekilde Genelkurmay'a gidip yayın stratejisi ile ilgili telkinleri alan kerli-ferli yazarlarımız utanmadan ağızlarına siyah bant takıp Taksim'de basın özgürlüğü için yürüyorlar. Katılanların tamamını tenzih ederim ama bazıları geçmişlerine bakmadan, dün neler yaptıklarını unutarak, utanmadan oraya nasıl gelebildiler? Medyanın terör örgütlerinin değirmenine bilerek değil bilmeden su taşıdığını zaman zaman gördük. Ancak 12 Eylül'den 28 Şubat'a, Sarıkız-Ayışığı-Balyoz'dan 27 Nisan e-muhtırasına kadar medya kirli bir sicile sahiptir ve bu antidemokratik müdahalelerde ciddi payı ve gönüllü desteği vardır. Fazla uzağa gitmeyin, savcılar 28 Şubat'ı mercek altına alsınlar, bakalım kerli ferli bazı gazetecilerimiz insan içine çıkabilecek mi? Gazetecilikle tetikçilik, gazetecilikle şantajcılık, gazetecilikle siyaset mühendisliği birbirine karıştırılmasın. Bakın İsmet Berkan'ın "Asker bize iktidarı verir mi" kitabına. O, bugün köşelerinden herkese demokrasi dersi vermeye kalkan bazı köşe yazarlarına ve basın patronlarının bu halktan neleri gizlediklerini göreceksiniz.