Türkiye'nin nükleer enerji üretimine geçiş hedefi, AB'ye tam üye olma hedefiyle yaşıt. Türkiye Nükleer Enerji Kurumu, Atom Enerjisi Komisyonu Genel Sekreterliği ismiyle 1956'da kuruldu. 1962'de ise nükleer enerji ile tanıştık. Küçükçekmece'de 5 megavatlık bir nükleer araştırma reaktörü hizmete girdi. Nükleer enerji ile böylesi hızlı bir tanışma dönemi yaşadıktan sonra işler birden durma noktasına geldi. İlk nükleer santral projesi 1967 - 1970 yıllarında gündeme geldi. TAEK, 1978'de Akkuyu'da nükleer enerji santralı kurulması için lisans verdi. 1983'te dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından Akkuyu'ya 600 megavatlık kurulu güçte bir nükleer santral yapılması projesi gündeme getirildi. Aynı yıl, Sinop'a nükleer santral kurulması projesi ortaya atıldı. 1992'de Akkuyu için 7 firmadan teklif istendi. 1994'te danışmanlık ihalesi açıldı. İhalesi Ekim 1997'de yapılan Akkuyu Nükleer Santralı'na üç konsorsiyum teklif getirdi. İhale 1999 ve 2000 yıllarında ikişer kez ertelendi. 2000'de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit nükleer enerji planlarından çok pahalı olduğu için vazgeçildiğini açıkladı. Böylece 40 yıllık bir macera tekrar rafa kalkmış oldu. Eğer o günlerdeki siyasi irade, bu kararının arkasında sağlam durabilseydi bugün Türkiye çok farklı bir konuma sahip olurdu. "Muasır medeniyet seviyesini yakalama ve hatta aşma" hedefi belki de realize edilmiş bile olabilirdi. Ancak geçen zamana hayıflanmak yerine, önümüzdeki döneme bakmalı ve Türkiye'yi nükleer enerjiye sahip ülkeler ligine dahil etmeliyiz. Niçin gerekli nükleer enerji? Öncelikle kendi ayaklarımızın üstünde durabilmemiz için nükleer enerjiye sahip olmamız şart. Geçtiğimiz aylarda doğal gazla ilgili yaşadığımız bizde olmasa da komşularımızda kriz boyutlarına varan enerji probleminin çözümü Türkiye'nin bu konuda en önemli handikaplarından biri olan dışa bağımlılığın azaltılmasından geçiyor. Herkesin kabul edebileceği gibi enerjide bir-iki ülkeye bağlı kalmamız Türkiye'nin stratejik çıkarlarını aşırı riske atan bir durum. Bu ülkeler ne kadar dost ve komşu ülkeler olsa da uluslararası diplomaside "ebedi dostluklar"ın değil "ebedi çıkarların" asıl belirleyici unsur olduğunu hatırlatmak isterim. Enerjide bağımlılığın dış politikada bağımsızlığı ne kadar olumsuz etkilediğini, ne denli büyük bedeller ödemek zorunda kalacağımızın da eminim ki herkes farkındadır. Ayrıca petrol ve doğal gaz fiyatlarının hızla yükseldiği günümüz koşullarında sanayinin ve ihracatın lokomotif girdilerinden biri olan enerji maliyetlerinin uluslararası rekabeti mümkün kılabilecek bir seviyede tutulması da ucuz enerji kaynaklarına sahip olmamıza bağlı. Nükleer santrale sahip olmak Türkiye'nin sadece enerjiyle ilgili bir atılım yapmasına sebep olmayacak. Konuyla ilgili uzmanlar nükleer enerji sahibi ülkelerin teknolojide büyük atılımlara imza attıklarını söylüyor ve 1950'li yıllara kadar bu enerjiye sahip olamayan Almanya ve Japonya'nın, yine nükleer enerjiye sahip olduktan sonra teknolojide atılım yapan Hindistan'ın böyle ülkeler olduklarını vurguluyorlar. Nükleer silahların yayılmasını engellemeyle ilgili uluslararası anlaşmaya taraf olan Türkiye'nin, bu anlaşmaya imza koyduğu iradesinde değişiklik yapacağını düşünen hiçbir dünya ülkesi yok. Türkiye dünya kamuoyuna bu konuda güven veren bir ülke. Türkiye yüksek teknolojiye sahip ülkeler arasında yer almak zorunda ve bunun da yolu nükleer enerjiye sahip olmaktan geçiyor. Nükleer enerjiyi dünyanın en gelişmiş ülkelerinin yaygın bir şekilde tercih ettiğini unutmayalım. Gelişmiş ülkeler, toplam elektrik üretimlerinin önemli sayılacak bir bölümünü nükleer enerji santrallerinden karşılamakta. Fransa, Belçika, Tayvan gibi ülkeler ürettikleri elektriğin yüzde 50'den fazlasını İsveç, İsviçre, Finlandiya, Bulgaristan ve Almanya ise ürettikleri enerjinin takriben 1/3'ünü nükleer santrallerden sağlamakta. Nükleer teknoloji ile elektrik üretiminde ABD dünya toplamında yüzde 30.5'i ile; Fransa yüzde15.9'u ile ve Japonya yüzde12.1'i ile ilk üç sırayı almakta. Nükleer santrallerin güvenilirliği ile ilgili olarak bizim yeni bir keşifte bulunmamıza gerek yok. Alınan tedbirlerle ABD'de yapılan etütlere göre ise bir kazanın meydana gelme olasılığı 1/20000'e düştüğünü hatırlatmak isterim. Türkiye'de kendi sahip olacağı nükleer santrallerin çevreye olan tüm muhtemel olumsuz etkileri nötralize etmek için gerekli tedbirleri elbette almak zorunda. Türkiye nükleer enerji üretmeme gibi bir lükse sahip değil. Ancak geçtiğimiz kırk yılda nükleer enerjiye sahip olmak konusunda yeterli performansı gösterememişiz. Bugün ise durum farklı. Hem Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan'dan hem de Sayın Enerji Bakanımız Hilmi Güler'den Türkiye'nin nükleer enerji üreten ülkeler liginde yer almasıyla ilgili şüpheye yer vermeyecek bir kararlı tutum görüyorum. Yani 40 yıldır rastlanmayan güçlü bir siyasi irade ile karşı karşıyayız. Türkiye nükleer enerjiye sahip olmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı.