Hizbullah'ın İsrail askerlerini kaçırması barut fıçısına dönen bölgenin patlaması için yeterli bir kıvılcım oldu. Bu kıvılcım İsrail için adeta bir bahane yerine geçti ve ordunun Filistin'deki operasyonları öncesiyle kıyaslanmayacak derecede yoğunlaştı. Olan elbette; zaten temel ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz ve en temel insan hakkı olan 'yaşama hakkı' konusunda güvensiz olan bölge insanına oldu. 'Yaz Yağmuru' ismi verilen ama bölgeye ferahlık vermediği belli olan operasyonlarla bölge insanının durumu önceki döneme göre bir kat daha zor ve riskli oldu. Gazze başta olmak üzere bütün Filistin'de topyekun saldırıya girişen İsrail ordusu, Lübnan'a da girerek; gerekirse tüm bölgeyi yangın yerine çevirmekten kaçınmayacağını da gösterdi. Nitekim İsrail Başbakanı Ehud Olmert de Hizbullah gerillalarının İsrail'e düzenlediği saldırının 'savaş nedeni' olduğunu söyleyerek durumun hangi kritik boyutlara ulaşma potansiyeli olduğunu da vurguladı. Bu açıklamaya paralel olarak İsrail'in, iki askerinin Lübnan sınırında Hizbullah gerillaları tarafından kaçırılması ve çatışmalar nedeniyle yedek askerlerini seferber etmeye başladığı da bildirildi. Yani bölgeden gelen haberler hiç de iç açıcı değil. Bütün dünyanın dikkatle izlediği gelişmeler işin şirazesinden çıkmak üzere olduğunu gösteriyor maalesef. Konuyla birazcık olsun ilgilenenler bile bölgenin kan gölüne dönüşmesinin hemen hemen herkesin aleyhine olduğunu biliyor. Türkiye'ye düşen rol Bölgede olup bitenler doğrudan doğruya Türkiye'nin geleceği ile ilgili. Bu durumun farkında olan başta Sayın Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül olmak üzere ilgili devlet kuruluşlarımız da yaşanan gelişmelerden dolayı teyakkuza geçtiler. ABD Başkanı George Bush, Rusya lideri Vladimir Putin, İngiltere Başbakanı Tony Blair'le telefona görüşen Sayın Erdoğan, Malatya'da yaptığı konuşmada Orta Doğu'nun kan gölüne dönmemesi için bütün adımları atmaya kararlı olduklarını vurgulayarak,Türkiye'nin İsrail-Filistin gerginliğinin diplomasi yoluyla çözülmesini istediğini belirtti ve duruma devlet olarak ne kadar önem verdiğimizi göstermiş oldu. Türkiye bölgede ağırlığını her an hissettiren bir aktör olarak barış ve istikrarı temin için üstüne düşen her sorumluluğa ve role hazır olduğunu böylece bir kez daha göstermiş oldu. Umarım ki Orta Doğu'da yer alan tüm oyuncular savaş ve belirsizlik yerine; barış ve istikrarın herkes için en hayırlı ve kazançlı olduğunu fark ederek savaş için harcadıkları enerjiyi bu yöne kanalize ederler. Türkiye huzur ve istikrar istiyor Filistin Başbakanı İsmail Haniye'nin The Washington Post'a yaptığı "İsrail adil biçimde müzakere etmeye ve 1948'in temel meselelerini çözmeye hazırsa, kalıcı barış da mümkün. Düşmanlığın giderilmesi temelinde Kutsal Topraklar'ın bölgenin Semitik halkı için istikrarlı bir güç merkezi olması fırsatı hâlâ var" açıklamasını da bu çerçevede okumak ve değerlendirmek gerekiyor. Orta Doğu'nun sahip olduğu zenginlikler tüm dünyayı olumsuz yönde etkileyecek gelişmelere sebep olabilir. ABD ve AB başta olmak üzere küresel aktörler bölgenin mevcut durumunun bölgesel aktörlerin insafına terk edilemeyecek kadar kritik olduğunun ve dünya ekonomisini etkileyecek bir potansiyele sahip olduğunun farkında. Bu yüzden de Türkiye ile sürekli temas halindeler. Başbakan Erdoğan Türkiye'nin bu konumunu çok iyi değerlendirmek için çaba sarf ediyor. Türkiye Orta Doğu bölgesinde barış ve istikrarın hakim olması için çalışıyor. İnşallah Türkiye'nin attığı adımlar sonuç verir de bölgedeki tansiyon normale döner. Yoksa gidişat sanılandan çok kötü bölgesel savaşa doğru gidiyor.