Başbakan Erdoğan'ın İçişleri ve Adalet Bakanını yanına alarak Hakkari-Yüksekova ve Şemdinli'ye yaptığı ani ziyaret, zamanında ve yerinde olmuştur. Konu ile ilgili terör zirvesini müteakip ziyaretin gerçekleşmesi doğru bir tavırdır. Bölgede tansiyon düşmeden yapılacak erken bir ziyaret tatsız sonuçlar doğurabilirdi. Bu açıdan Başbakan Erdoğan'ın seçimi doğru ve cesaret isteyen bir seçimdir. Şemdinli'de başlayarak diğer yerleşim birimlerine sıçrayan olaylar nedeniyle valinin, kaymakamın adeta sokağa çıkmamaya özen gösterdiği gergin bir ortamda Başbakanın vatandaşın sağduyusuna güvenerek bölgeye gitme kararı alması cesaret işidir, liderlik becerisidir. Başbakan, bu psikolojik ortamda bölgeye giderek, sivil inisiyatifi ön plana çıkarmıştır. Erdoğan, bölge halkına, "Ben bu ülkenin Başbakanı olarak burada yanınızdayım. İster devlet güçlerinden ister terör örgütünden gelsin, her türlü illegalitenin karşısındayım. Bu olaylara sebep olanlar her kimse adaletin karşısına çıkarılacaktır. Size bu güvenceyi veriyorum. Bana, Türk adaletine güvenin ve terör örgütüne alet olmayın" mesajını yüz yüze verme imkanı bulmuştur. Bundan 3-4 ay önce köşemde dile getirdim. Bölgeye sıkça gidilmeli, başbakan, bakanlar, siyasi parti liderleri bölge halkı ile temas kurmalı, onları yalnız bırakmamalıdır. Tüm parti liderleri doğu ve güneydoğudaki köy, belde, ilçe ve il teşkilatlarını kurmalı ve bu teşkilatların aktif bir biçimde çalışmasını sağlamalıdır. Ankara'dan mesaj vermek kolay. Ankara'dan mesaj veren, akıl veren siyasi parti liderlerimiz seçimde bu bölgeden ne kadar oy aldıklarına bakmalı ve bu oranı artırmanın yollarını arayıp bulmalıdırlar. Bölge; AK Parti'yi bir kenara bırakırsanız, adeta tek partinin (DTP) kontrolüne terk edilmiş durumda. Bölge insanı da yanında kim varsa, yanında kimi görüyorsa onunla birlikte hareket etmeye başladı. Nerde AK Parti'nin, CHP'nin, DYP'nin il başkanları, ilçe başkanları? Bunlar var mı, yok mu, varsalar ne iş yaparlar? Bölgede meydana gelen son olayları çok iyi analiz etmemiz ve çok ivedi bölge ile ilgili siyasi bir proje geliştirmemiz gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti bölge halkının aidiyet duygusunu kuvvetlendirecek yol ve yöntemleri bulup ivedi uygulamaya sokmalıdır. Kafamızı kuma gömmeye, olayı küçük göstermeye gerek yok. Çok açık görülüyor ki ayrılıkçı siyaset, maalesef halk arasında tutunmaya başlamıştır. Taşınan pankartlar, atılan sloganlar ve DTP yöneticilerine halkın tabi olması, güneydoğuda zeminin kaymakta olduğunun basit delilleridir. Devlet ile bölge halkı arasındaki uçurum açılmıştır. Silahlı mücadeleyi kaybeden PKK siyasi alanda bölgede önemli mesafe almıştır. PKK'nın ve onun siyasi uzantısı olan siyasi partinin bölgede geniş bir taban kazandığı görülüyor. PKK, uzun süredir halkı, devletin askeri ve polisi ile karşı karşıya getirme stratejisi izliyor. Bu strateji kısmen başarılı olmaya başladı. PKK hem AB'nin hem de ABD'nin baskısı ile sivil zemine kayıyor. DTP'li belediye başkanları ne isterse kalabalıklar onu yapmaya başladı. Bu bile olayın ne kadar vahim bir noktaya geldiğini açıkça gösteriyor. Bu olaylar PKK'yı besliyor. Hükümetin serinkanlı ve dolduruşa gelmeyen bir politika izlemesi doğru bir tavırdır. Başbakan bölgeye giderek cesur bir iş yaptı, "Devlet, hükümet ve hukuk yanınızda" mesajını verdi. Ama bunlar yeterli değil. Bu mesele hükümeti aşmış ve T.C. devletinin birinci önceliği haline gelmiştir. Bu mesele sadece hükümetin meselesi değildir. Hepimizin öncelikli meselesidir. Öncelikle TBMM, bilahare devletin diğer tüm kurumları el ele vererek bu meselenin orta ve uzun vadeli çözüm projelerini üretmek ve uygulamaya sokmak durumundadırlar. Kısa vadeli çözümleri hükümet bulur ve yapar. Ancak orta ve uzun vadeli çözümler için TBMM'nin iradesi ile tüm devlet kurumlarının üzerinde mutabık kaldığı bir siyasi çözüm projesi gereklidir. Bu mesele iç politikaya alet edilmekten çıkmış, çok tehlikeli ve milli birlik ve bütünlüğümüzü tehlikeye düşürecek, iç barışımızı bozacak ve Türkiye'nin AB projesini sekteye uğratacak bir noktaya gelmiştir. Hiç kimse bu meseleyi günlük, kısa vadeli politikalarla geçiştirmeye, üstünü örtmeye ve görmezlikten gelmeye kalkmasın. Böyle bir tavır bu ülkeye yapılacak en büyük kötülük olur. Adli soruşturma tamamlanmadan, olay aydınlatılmadan özellikle TSK'nın planlı bir tarzda bu olayları tezgahladığı yolunda çıkan asılsız haberler PKK'nın ekmeğine yağ sürmektedir. TSK'nın terörle mücadelede halk desteğini almasını engellemeye çalışan PKK'nın oyununa gelinmemelidir. TSK'yı iyi tanıyanlar bu kurumun hukukun dışına asla çıkmayacağını bilirler. Kendi personelinden çıkan olursa da merak etmeyin o yapı bünyesinde pislik barınmaz. Güvenliğin ve adaletin yedeği yok. Sapla samanı birbirine karıştırmayalım.