Mal varlığı polemiği dolayısıyla medyada çıkan tartışmaları hepiniz takip etmiştir. Her şey enine boyuna analiz edildi. Yıllardır bilinen ama tartışılmayan konular gün yüzüne çıktı. Mesela CHP'nin İş Bankası hisse gelirinden 1997'de yapılan protokole ve 2000 yılına dek yapılan ödemelere rağmen TTK ve TDK'ya ödemesi gereken payı bloke etmesini hepimiz okuduk. Bütün bunları tekrar etmek yerine mal varlığı tartışmalarının bütün bunları aşan bir tehlikeyi taşıdığına dikkat çekmek istiyorum. Türkiye'nin ve Türk siyasetinin,Türk demokrasisinin geleceği bu tarz tartışmalarla riske atılmaktadır. Eminim ki Sayın Baykal'ın da bu tartışmalara yön verirken muradı Türkiye'yi böylesi sakıncalı sonuçlara sürüklemek değildi. Ancak yaşanan tartışmalar maksadını aşan sonuçlara gebe maalesef. Gördüğünüz gibi Türkiye, yine gereksiz ve hatta zararlı bir tartışmanın içine çekildi. Yazık ki üretim için, projeler için ayırmamız gereken kaynağı yine böylesi yıpratıcı ve zarar verici tartışmalarla harcıyoruz. Türkiye'nin kısır çekişmelerle zaman harcama lüksünün olmadığını artık fark etmeliyiz. AK Parti hükümeti gibi "yolsuzlukların" yolunu kapamak için bunca mesai sarf eden bir hükümetin, Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi her türlü gayrimeşru uğraş konusunda kararlı ve hassas bir liderin üstünden yıpratılmaya çalışılması ne hazin. Türkiye'nin yakın dönemde yaşadığı ve bedelini pahalıya ödemek zorunda kaldığı siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı geride bırakmak üzere olduğu bir dönemde muhalefet yapmış olmak için yakalanmış istikrara gölge düşürmeye çalışmanın doğru bir strateji olduğunu sanmıyorum. ? Keskin sirke küpüne zarar Türkiye'de siyasette bir şeffaflık sorunu yaşandığını inkar etmiyorum. Dokunulmazlıkların siyasete verdiği zararın elbette ki farkındayım. Ancak Türkiye'de dokunulmazlığı ele alınması gereken kurumlardan sadece biri siyaset. Yargıdan bürokrasiye şeffaflaşması gereken kurum ve kişileri bir kenara bırakıp sadece siyasetçiyi hedef göstermenin ne ülkemize, ne devlet yapısına ne de demokrasimize bir faydası olabilir? Yapılması gereken iş açıktır ve Amerika'yı tekrar tekrar keşfetmenin de bir anlamı yoktur. Entegrasyon süreci içinde olduğumuz AB ülkelerinde dokunulmazlık ve şeffaflık konusunda hangi standartlara sahipse, hangi yasa ve yönetmelikler nasıl uygulanıyorsa Türkiye de o standartları yakalamak için iktidarıyla muhalefetiyle gereken ne ise yapmalıdır. Bu gerçekleşirse Türkiye'ye zarar verme ihtimali bulunan bir tartışma ülkemiz için bir avantaja çevrilip, hâyırlı bir neticeye ulaşabilir. Aksi takdirde "keskin sirke küpüne zarar" atasözünü bir kez daha doğrulamak zorunda kalırız. Mesele sadece mal varlığının açıklanması, açıklanmaması meselesi de değil. Yakın tarihe şöyle bir bakmanın bile siyasetin yolsuzluklara battığı iddiaları bugüne dek sadece "ara rejim" heveslilerinin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramadığını anlamak için yeterli. Milletin siyasete ve siyasetçiye olan güvenini azaltmanın muhtemel bir ara rejimin alt yapısını güçlendirmekten başka bir işe yaramadığını eminiz ki siyaseti hem teorisiyle hem de pratiğiyle en iyi bilen siyasetçilerimizden biri olan ve Giovanni Sartori'nin "Demokrasi Kuramı" adlı kitabını dilimize kazandıran Sayın Baykal da gayet iyi bilmektedir. Nasıl 27 Mayıs döneminde "örtülü ödenek" üstünden Menderes'i suçlayanlar demokratik olgunluğa ve istikrara ulaşmamızı geciktirici hareketlere imza attıysa bugün da halkı siyaset kurumundan soğutmayı amaçlayan bir girişimin hâyırlı neticeler vermesini kimse beklemesin. Bir siyasetçinin muhalefet yapmış olmak için siyasete zarar vermesini tasvip etmiyorum. Gelen haberlere bakılırsa AK Parti bu kısır tartışmalardan olumlu bir netice çıkarmak için siyasetin şeffaflaştırılması anlamında kapsamlı bir çalışma yapıyor. Bu çalışma ile şeffaflık konusunda inisiyatif almak istiyor. Eğer muhalefet bu konuda samimi ise kısır malvarlığı tartışmaları yerine malvarlığı, bürokrasi dahil dokunulmazlıkları AB standartlarında düzenleyen teklifi 'amaçsız' mazeret üretmeden desteklemelidir. Bu kısır tartışmalar fırsata dönüştürülmelidir.