Artık kurbağanın gözü açıldı. Ankara'nın her buyruğunu devlete sadakat gösterme anlayışı ile kabullenen Anadolu insanı, zamanla devlet yönetiminde yer alma çabasına girişti. İşte asıl sorun da Anadolu eşrafının artık yönetimden pay istemeyle başladı. Ama yıllardır gücü elinde bulunduran, kendisini cumhuriyet değerlerinin tek sahibi olarak gören sınıf elindeki gücü paylaşmak istemiyor. İrtica söylemi ne işe yarıyor? Demokratik elit gücünü demokrasi içinde kalarak elinde tutamayacağını anlayınca demokrasinin ve hukukun canına okuyarak hukuk dışı senaryolara başvuruyor. Ne mi yapıyor? "İrtica geliyor. Laik cumhuriyet elden gidiyor." Kampanyaları başlatıyor. Bu slogana uygun birkaç senaryoyu tezgahlayıp uygulamaya sokuyor. Daha önce anlaşarak atadığı ve devletin vazgeçilmez kurumları dediği kurumların başındaki bazı bürokratları-memurları harekete geçiriyor. Öyle bir ortam oluşturuyor ki, bir bakıyorsunuz irtica kapıya dayanmış, cumhuriyetin temel ilkeleri tehdit altında. Bu algılanmanın oluşması için ne gerekiyorsa eksiksiz yapılıyor. Ama bu yöntem, bu çabalar artık eskisi gibi toplumda karşılık bulmuyor. Nitekim dikkat edin, bu anlamda son yıllarda yapılan her çıkış AK Parti'nin kâr hanesine yazdı. Aslında millet uyandı, elden gidenin Cumhuriyet değil güç olduğunu fark etti. Herkes 4,5 yıllık AK Parti hükümeti döneminde irticanın hortlamadığını, takdim edilen bu muhafazakâr sınıf temsilcilerinin gizli bir gündemle hareket edip, Türkiye'nin yörüngesini-istikametini değiştirmeye çalışmadığını anladı. Sonuçta 4,5 yıllık tecrübeden herkes kazançlı çıktı. Ülkenin serveti ikiye katlandı. Türk demokrasisi gelişti. Sözün özü, kendisinden Cumhuriyet adına şüphe edilen bu insanların demokratik bir olgunluğa sahip olduğu görüldü. Cumhurbaşkanları nasıl seçildi? Ülkemizin 11. Cumhurbaşkanı seçilecek. Cumhuriyetin kurucusu ve bu ülkede yaşayan herkesin ortak değeri olan Atatürk'ü saymazsak 9 Cumhurbaşkanından sadece ikisinin muhafazakâr tabana dayandığını görürsünüz. Söz konusu iki Cumhurbaşkanı'nın seçilmesinde de bugün koparılan fırtınaların neredeyse aynısı koparılmıştır. "İrtica geliyor, laiklik tehdit altında, Cumhuriyet'in değerleri aşındırılacak." gibi endişeler topluma pompalanmıştır. Ankara'daki bürokratik oligarşinin bu konudaki alışkanlığı şöyledir; "hangi parti iktidarda olursa olsun önemli değil. Cumhurbaşkanlığı gibi rejimin sigortası olan bir kurumun başına seçilecek insanın tespitini siyasetçilere bırakmak yanlış ve tehlikelidir. Biz seçeriz, siyasetçilere dikte ederiz. Onlar da milletvekillerine onaylattırırlar." Maalesef yıllarca bu demokrasicilik oyunu oynatılmıştır. Mesela 1965 seçimlerinde halktan yüzde 52 oy alan Demirel, kurumların başındaki bürokrasinin korkusundan meclisten birini aday gösteremedi, dışarıdan Cumhurbaşkanı olmak için emekli olan Cevdet Sunay'ı cumhurbaşkanı yapmak için CHP ile uzlaştı. Böyle bir demokrasi anlayışı olabilir mi? İşte uzlaşmadan kastedilen bu. Malum bir kısım kurum ve kuruluşun temsilcileri kararlaştırdıkları adayı, siyasi parti liderlerine bildirecekler, siyasi parti liderleri de "başüstüne" deyip mecliste o adayı milletvekillerine seçtirecekler. Eskiden uzlaşma böyle olurmuş. AB tam üyeliğine aday bir Türkiye'ye böyle bir seçim tarzı bugün yakışır mı hiç? Uzlaşma diyenler bu eski alışkanlıkları kastediyorlar ise yandık. Demokrasimizi bir arpa boyu bile ilerlememiş sayılır. Ya Baykal olsaydı? CHP lideri Baykal diyor ki, "Köşk için uzlaşmaya açığız. Uzlaşmanın anlamı kendisinin olmayacağını kabul etmektir." Tam bir komedi. Mecliste 354 milletvekiline sahip, dört yıldır ülkeyi idare eden bir insana hakaret eder gibi, "Sen aday olma-bu makama layık değilsin, aday olmayacağını açıkla, ondan sonra gel uzlaşalım." demek peşinen bu konuda sizinle konuşacağımız bir şey yok anlamına gelir. Aynı şartlarda, aynı muamele Baykal'a yapılsaydı kendisi ne hissederdi, ne yapardı? Hiç kimse merak etmesin. Bu meclis cumhurbaşkanlığı seçimini sorunsuz atlatır. En geç 24 Nisan'da adayın belli olacağı kanaatindeyim. Başbakan Erdoğan inşallah Cumhurbaşkanı olur. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması halinde toplumsal değerlerle Cumhuriyetin temel değerleri arasında daha önce çok az yaşanmış bir barış havası eseceğini ve bunun da siyasi istikrarımıza, ekonomik kalkınmamıza büyük bir ivme kazandıracağını düşünüyorum. Yıllardır rejim tarafından kendilerine şüphe ile bakılan muhafazakarlar için önemli bir fırsat doğmuştur. Hem cumhurbaşkanının, hem de başbakanın aynı kesimden gelmelerinin cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ve değerleri için tehlike değil bilakis bu değerlerin tüm toplum kesimlerince kabulü ve milletin değerleriyle bütünleşmesi için bir şans olduğunu göstermelidirler. Cumhuriyetin korunmasının bazı kurumlarla bazı siyasi partilerin tekelinde olmadığını, bu felsefenin milletin ortak değeri olduğunu ve millet tarafından titizlikle korunacağını göstermek için tarihi bir fırsattır. Bazı çevrelerin gerçek korkusu da budur.