Başbakanın geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'da rektörlerle yaptığı toplantı esnasında, YÖK'ü protesto eden bazı öğrenciler toplantı mekânına girmek istemiş, polis kendilerini engellemiş. Polis kendisine saldıran öğrencilere orantısız güç kullanarak müdahale etmiş. YÖK Başkanı "Ne öğrencilerimiz ne kadar ileri gideceklerini, ne de polis ne kadar şiddet uygulayacağını biliyor" sözleri ile olayı özetledi. Dün benzer bir öğrenci protestosu da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yaşandı. Bu fakültedeki bir panele konuşmacı olarak katılan Sayın Burhan Kuzu ile Sayın Süheyl Batum öğrenciler tarafından protesto edildi. Konuşmaları engellendi. Kendilerine yumurtalar fırlatıldı. Salonu terk etmek zorunda kaldılar. Mülkiyede bilim adamı kökenli ve profesör unvanlı iki siyatsetçinin konuşmalarının engellenmesi ifade özgürlüğüne bir darbedir. Başkasının özgürlüğüne saygısızlık edenler kendileri için özgürlük talep ederse ciddiye alınmazlar. İfade özgürlüğünün mülkiye gibi bir yerde çiğnenmiş olması daha da üzücü bir durumdur. İstanbul polisi öğrencilerin gösterilerine müdahalede iyi bir sınav vermedi. Yere düşen göstericiye tekme atmak; kızları saçından tutup sürüklemek, elindeki copu öfkesinin tesiri ile gelişigüzel kullanmak demokrasilerde, toplumsal olaylarla mücadele yöntemlerini aşan aşırı güç kullanımı yöntemini tercih olarak algılanır. İnsan haklarına, bireysel hak ve özgürlükleri çiğnemeden toplumsal olaylar ile mücadelenin zorluğunu hepimiz biliyoruz. Ama AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamış bir ülkenin güvenlik güçleri bu konuda eğitimli ve deneyimli olmak durumundadır. Göstericiler yasaları çiğneyebilir, toplumsal huzuru bozacak eylemler yapabilir. Ama polis onları engellemeye çalışırken yasaları çiğneyemez. Polisin görevi yasaları çiğneyenleri hukuk içi yöntemlerle yakalayıp adalete teslim etmektir. Polis göstericileri cezalandıramaz, suç işleyene cezayı adalet mekanizması verir. Polis sakin olmak, tahriklere kapılmamak durumundadır. Öğrenciliği ve öğrenciyi kullanmaya çalışan odaklar harekete geçmiş durumda. Polis her tutumu ile bu odakların ekmeğine yağ sürmektedir. O gün orada İşçi Partili ve Komünist Partili gençler 'yaşasın komünist gençlik' diye bağırdılar. Siyasetçiler koluna girip Meclis çatısı altına getirince burada da "Yaşasın Atatürk Gençliği" diye slogan attılar. Bazı grupların siyasi protestoyu yumurta atarak, gösteriler düzenleyerek yapması anlaşılabilir bir durumdur. Buna tahammül etmek zorundayız. Eylem yöntemlerini ve üsluplarını beğensek de beğenmesek de yaptıkları iş aslında bir siyasi mücadeledir. Bunu yaparken şiddete başvuruyorlar ise yanlış yapıyorlar. Bu yanlışın hesabını polis sorup cezasını veremez. Polis yakalar, görevi adalete teslim etmekle sınırlıdır. Basın olayı değerlendirirken işin arka planını iyi görmek durumundadır. 1 Mayıslarda sokaklarda dükkânları kundaklayan gençler kimdi? Cumhuriyet mitinglerinde 'Ordu göreve' pankartlarını taşıyan gençler kimdi? İşçi Partisi ile Halk Evleri üniversitelerde nasıl bir örgütlenme içinde? "Öğrenci gösterisi" diye takdim ettiğimiz olayın perde arkasına bakmak durumundayız. 68 ve 80 olaylarını unutmayalım. İktidarın bu süreci iyi yönetmesi gerekiyor. Bu süreci polis kontrolü ile yönetemezsiniz. Sükunetle, akılla ve akılcı politikalarla yönetebilirsiniz. AK Parti karşıtları bu gösterileri el ovuşturarak seyrediyor, yaygınlaşması için temennilerde bulunuyor. İktidar bu tuzağı görmelidir.