Türkiye-ABD-İsrail ilişkileri

A -
A +

Cumhurbaşkanı Gül ile gittiğimiz New York'taki BM toplantılarında Türk-Amerikan ilişkilerinin ne durumda olduğunu öğrenmeye çalıştık. BM çalışmaları esnasında birisi baş başa olmak üzere, Davutoğlu ile Hilary Clinton 6 kez bir araya gelmiş. Diplomatlar "ABD yönetimi ile aramızda kavga ve soğukluk olsa bu kadar görüşür müyüz" diyorlar. Dışarıdan bakıldığında iki ülkenin ilişkileri gergin görülse de, karşılıklı çıkarlar gereği, gerçek çok da öyle değil. Türkiye'nin mevcut ABD yönetimi ile ciddi bir sorunu görünmüyor. Ancak ABD kongresi ve ABD basını ile sorunları var. ABD kongresinde İsrail politikalarını koşulsuz destekleyen güçlü unsurlar mevcut. Bu unsurlar kongre üzerinde etkili. Ayrıca İsrail basını bilindiği gibi Yahudilerin kontrolünde. ABD basınında İsrail'in dokunulmazlığı var. Bırakın İsrail ile ters düşmeyi, İsrail'in eleştirilmesine bile buradaki basının tahammülü yok. Bu iki güç (Kongre ve basın) İsrail ile ilişkileri iyi olmayan ülkelerin ABD yönetimi ile de iyi ilişkiler kurmasını engellemeye çalışıyor. Türkiye de bu ülkelerden biri. Ancak ABD yönetimi Amerika'nın çıkarları için daha gerçekçi davranıyor. Fakat yakın gelecekteki kongre seçimleri ve Beyaz Saray'ın başlatmış olduğu İsrail-Filistin görüşmelerinden İsrail'in çekilmemesini temin için başkan Obama İsrail'e toleranslı davranıyor. Çoğu kez tercihini bu ülkeden yana ortaya koyuyor. Belki kongre seçimlerinden sonra daha dengeli bir tutum izleyebilir. Türkiye uzun süredir kendi iradesi ile bir merkezden yönlendirilemeyen bir dış politika yürütüyor. Böyle bağımsız bir dış politika yürüttüğünüzde ABD ile aranızda zaman zaman sorunların çıkması kaçınılmazdır. İsrail'in Mavi Marmara yardım gemisine saldırarak ortaya çıkardığı kriz ile İran krizi aynı anda patlak verdi. Bu iki kriz Türk-Amerikan ilişkilerini etkiledi. Ancak geldiğimiz noktada, bu iki konuda da Türkiye tezlerinde haklı çıkmaya başladı. Diplomatlar Türkiye'nin Brezilya ile birlikte İran'la yürüttüğü 'Nükleer takas' görüşmelerinin ve varılan anlaşmanın her adımında AB'nin ve ABD yönetiminin bilgilendirildiğini ve onlarla istişare edilerek bu anlaşmanın ortaya çıktığını söylüyorlar. Diplomatik bir kaynak, "Nükleer takas anlaşmasında Türkiye'nin hiçbir günahı yok. Hiçbir ABD'li yetkili çıkıp bizim gözümüzün içine bakarak müzakerelerin şu aşamasından şu noktasından haberimiz yoktu diyemez" iddiasını dile getirdi. İran nükleer krizine diplomasi yolu ile çözüm bulmaya çalışan ve bu çalışmaların her adımını ABD yönetimi ile koordine eden Türkiye'nin çabası İsrail yönetimince dinamitlenmiş görünüyor. Bu da İsrail'in ABD yönetimi üzerindeki gücünden kaynaklanıyor. Türkiye'nin amacı, İran'ı değil kendi çıkarlarını korumak. İran'a ekonomik veya askeri yaptırım uygulanması Tahran'dan sonra en çok Türkiye'yi etkiliyor, Türkiye'nin çıkarına uygun değil. Irak'ta bugüne kadar olup bitenler bunun en canlı örneği. İran meselesinde Türkiye, İsrail'in ve dolayısıyla ABD'nin değil, kendi çıkarlarına göre hareket ediyor. Bu haklı tercih Türk-Amerikan ilişkilerini geçici de olsa olumsuz etkiliyor. Diplomatlar İran'a ambargo konusunda, "BM kararlarına Türkiye saygılıdır, uyar. Bunun dışında herhangi bir ülkenin, AB'nin, ABD'nin İran'la aldığı tek taraflı kararlar Türkiye'yi bağlamaz" diyorlar. BM yaptırım kararlarında, petrol ve doğalgaz ticareti ile ilgili bir kısıtlama olmadığı halde, ABD kendi koyduğu tek taraflı ambargo kararıyla TÜPRAŞ'ın İran'dan ucuz petrol almasını engellemeye çalışıyormuş. Oysa batılı dev şirketler başka isimler altında başka yeni şirketler kurarak bu pazara gireceklermiş. Türkiye tek taraflı yaptırımlar konusundaki ABD şantajlarından rahatsız. Türk-Amerikan ilişkilerini etkileyen Mavi Marmara krizinde Türkiye haklılığını dünya kamuoyuna kanıtlıyor. Mavi Marmara krizinde İsrail hükümeti ABD'nin bile ihtimal vermediği bir çılgınlık yaptı. Hiç kimse böyle bir hareket tarzı beklemiyordu. Diplomatlar; uluslararası yardım konvoyu hareket etmeden önce Türk Dışişleri bakanlığının İHH'yı uyardığını söylüyorlar. Bakanlık engellemeye çalışmış. İkaz etmiş. Ama konvoydaki diğer milletlere ait gruplar gitmekte ısrar edince İHH da geri adım atmamış. Herhalde Türkiye kendi limanlarından hareket eden uluslararası bir yardım konvoyunu güç kullanarak durduramazdı. Ayrıca böyle bir şey zaten Türkiye'ye de yakışmazdı. Konvoy ile ilgili Türk Dışişleri İsrail hükümetini uyarmış ve hatta gemilerin Gazze'ye değil, Aşot limanına gideceğini söylemiş. Oysa İsrail, gemileri engelleyip rotasını değiştirmeye zorlayacağına o kadar gemi arasından konvoyun içinde çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Mavi Marmara gemisine saldırıp savunmasız 9 insanı katletti. Uluslararası sularda uluslararası hukuku ayaklar altına alarak yapılan bu çılgınlığı-katliamı ABD dahil hiçbir ülke savunamaz, savunmamalı. Son çıkan Cenevre raporu bu olayın bir katliam olduğunu ortaya koyuyor. Aynı diplomatik kaynaklar, "Bize gidenleri neden uyarmadınız deniyor. Biz uyardık ama engel olamadık. Bir çok ülkenin vatandaşı vardı konvoyda. Hangi ülke konvoydaki vatandaşlarını uyarmış" diyorlar. Türk-İsrail ilişkilerinin kırılma noktası; Türkiye'ye gelip başbakanın ofisinde başbakanla baş başa İsrail-Suriye- Filistin barışını müzakere eden İsrail başbakanı Olmert kendi ülkesine dönüş yolunda iken İsrail'in Gazze'ye bomba yağdırmaya başlamasıdır. İsrail'in bu tutumu iki ülke arasındaki güven duygusunun kaybolmasına sebep olmuştur. Diplomatik kaynaklar, "Mavi Marmara saldırısından sonra bu konuyla ilgili BM ve İsrail hükümetinden Türkiye olarak 7 talebimiz oldu. Bu taleplerimizden 5'i karşılanmış görünüyor. Ancak henüz özür ve tazminat talebimiz karşılanmadı. Bu iki talep karşılanmadan Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi mümkün görünmüyor" görüşünü dile getiriyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.