Bu yazımızı yazdıktan birkaç saat sonra Başbakan'ın Kuveyt-Yemen ve bilahare İngiltere'yi kapsayan gezisine katılmak üzere Esenboğa havalimanına gideceğiz. Sizler bu yazımızı okurken biz de Kuveyt'te olacağız. Kuveyt ve Yemen gezisi daha çok ekonomik amaçlı bir gezi. TOBB ve DEİK bu geziye kalabalık bir işadamı grubu ile katılıyor. Amaç; Türkiye-Kuveyt ve Türkiye-Yemen arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek ve bu ülkelerle düşük olan ticaret hacmini artırmak. Bu gezideki özel amaç ise büyük bir sermaye birikimine sahip olan Kuveytli yatırımcıları Türkiye'ye çekmek. Rahmetli Özal ve 9. Cumhurbaşkanı Demirel'den sonra Başbakan Erdoğan da işadamlarımızı yanına alarak bıkmadan-usanmadan, eleştirilere kulak asmadan ülke ülke dolaşmaya devam ediyor. Her gittiğimiz ülkede o ülkenin işadamlarıyla bizim işadamlarımızı bir araya getirerek karşılıklı ticaretin artmasına katkı veriyor. O ülkede yatırımları olan ve iş yapan işadamlarımızın karşılaştığı sorunları ilk ağızdan muhataplarına ileterek çözüm arıyor. Ayrıca ziyaret edilen ülkelerdeki büyük sermaye sahipleri bu gezilerde bizzat başbakanla görüşme imkanı buluyorlar ve ülkemize yatırım yapmak için kendisinden güvence ve destek talep ediyorlar. Maalesef 'azınlıkta da olsa' ülkemizdeki yabancı sermaye düşmanlarından, bürokrasiden, rüşvet ve yolsuzluktan korkuyorlar. Ülkemizin başbakanından bire bir güvence aldıklarında ise çekinmeden gelip yatırım yapıyorlar. Gerçekten incelediğimizde bu maksatla ziyaret edilen ülkelerin büyük bir bölümü ile yapılan ticarette ciddi canlanmalar görülüyor. Başbakan da ziyaret ettiği ülkelerle ticaret hacmimizin artmasından, yabancı yatırımcıların gelip ülkemizde yatırım yapmasından büyük bir haz duyuyor ve bu misyonunu tüm acımasız eleştirilere kulak asmadan 'ısrarla' devam ettiriyor. Bence de doğru olanı yapıyor. Hedefler amacına ulaşıyor 3 Kasım 2002'de partisini iktidara taşıyan Erdoğan, kendisine iki temel hedef belirlemişti. Birincisi Türkiye'yi AB üyeliğine taşıma hedefi. Bu hedef, Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine yükseltme hedefidir. Türkiye'yi düşünce hürriyetinde, inanç ve teşebbüs hürriyetinde, insan haklarına saygıda, hukukun üstünlüğünde, refahta, demokraside birinci ülkeler ligine çıkarmanın yolunun AB'den geçtiğini iyi kavrayan Erdoğan, 3 yıllık iktidarında bu hedefe ulaşmak için inanılmaz bir gayret sarfetti. Bu emeğinin karşılığını da 3 Ekim'de AB ile müzakereleri başlatma başarısını göstererek aldı. İç ve dış tüm engellemelere rağmen bu konuda Türkiye'yi getirdiği nokta, şapka çıkarılacak bir noktadır. Kim ne derse desin. Şu anda Erdoğan'ı eleştiren hangi lider bu başarının sahibi olmak istemezdi? AK Parti liderinin ikinci önemli hedefi de güçlü-sağlam ve istikrarlı bir ekonomik yapı oluşturmaktı. Paranız yoksa, ekonominiz güçlü değilse, bir anayasa kitapçığı fırlatmakla ülkeniz aniden ekonomik krize giriyorsa dış politikada da güçlü olamazsınız, kimse sizi dinlemez, lafınız para etmez. Eğitime, sağlığa kaynak ayıramazsınız. Okul, hastane, yol, konut yapamazsınız. Halkınız yüzde 70'lik enflasyonun ve yüzde yüzlerdeki faiz yükünün altında ezilir gider. Yerli sermaye yetersiz kaldı Bu nedenle güçlü bir ekonomi hedefi önceliği koymak AK Parti iktidarı için doğru bir tespit olmuştur. Güçlü bir ekonomi oluşturmanın yolu da herhalde yabancı sermayeye, özelleştirmelere karşı çıkmakla mümkün olmaz. Bunu gayet iyi teşhis eden Başbakan iktidara geldiği günden bu yana AB üyeliği çabalarından sonra vaktinin en büyük bölümünü güçlü bir ekonomi oluşturmak için harcamış ve bunun da semerelerini almaya başlamıştır. Güçlü bir ekonomi için; ticaret hacminin ve ihracatın yükselmesi, kamunun arpalığı haline gelen KİT'lerin özelleştirilmesi, ülkemize doğrudan sermaye girişinin artması ve siyasi istikrarın sağlanmış olması gerekmektedir. Türkiye'deki iş dünyası 70 milyonluk bu dev ülkenin ekonomisini çevirebilecek güçlü bir sermaye birikimine maalesef sahip değildir. Geçtiğimiz yıllarda siyasi istikrarsızlığın sebep olduğu ekonomik krizler yerli sermaye birikimini zayıflatmıştır. Muhalefet liderleri ne yapıyor? Bu olumsuzlukları doğru teşhis eden Başbakan uçağına atlayarak iş adamlarını da yanına alıp ülke ülke dolaşarak Türkiye'yi en iyi şekilde pazarlamaya çalışmıştır. "Ben ülkemi dışarıda en iyi şekilde pazarlıyorum" diyen Erdoğan'ın bu sözünün hangi anlamda sarfedildiğini aklı selim sahibi herkes bilmektedir. Ancak bu söze başka anlamlar yüklemeye çalışanlar azınlıkta da olsa olmuştur. Biz 'ihracatımızın artması, yabancı yatırımcının yatırım yapması, işadamlarımızın diğer ülkelerde ihaleler alması ve ülkemize döviz getirmesi için gece gündüz demeden ülke ülke dolaşacak ülkemizi bu maksatla profesyonelce pazarlayacak' muhalefet liderlerini de baş tacı etmeye hazırız. Enflasyonun yüzde 70'lerde, gecelik faizlerin yüzde onbinlerde olduğu, kişi başına milli gelirin 2 bin 600 dolarlara düştüğü, dövizin bir gün sonra kaç lira olacağının tahmin edilemediği 3-4 sene öncesinin o karanlık günlerini çabuk unutmayalım. Türkiye'nin iç çekişmelerle, kısır siyasi tartışmalarla geçirecek vakti kalmamıştır. Geçtiğimiz haftanın ülke gündeminde tartışılan konuların basitliği ve gereksizliği dikkate alındığında Başbakan'ın neden daha çok dışarıda olduğu anlaşılacaktır. Biz, şu anda dünya petrol rezervlerinin yüzde 10'una sahip olan, petrol ihracatında dünyada sekizinci sırada yer alan, kişi başına milli gelirin 20 bin dolar düzeyinde olduğu Kuveyt'teyiz. Yanında Türk işadamlarını da alan Başbakan Erdoğan şu anda Türkiye-Kuveyt İş Forumunda Türkiye'yi pazarlamaya devam ediyor. Kuveyt temasları ile görüşmelerimizi de yarın aktarmaya çalışacağız.