Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşlarından birinin laiklik prensibi olduğu, bazı istisnalar haricinde yaygın bir kabul görüyor. Çünkü Milli Mücadele ile dikilen Cumhuriyet çınarı, 83 yıla ulaşmak üzere olan ömründe boy attığı kadar kök de saldı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her fert nasıl demokrasinin ve insan haklarının nimetlerini vazgeçilmez görüyorsa laikliğe de o derece sahip çıkıyor. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yargıtay Başkanı Osman Arslan'ın yeni adli yılın açılış konuşmasında yaptığı laiklik vurgusunu da zaten bu yüzden önemsiyorum. Çünkü Arslan, Türkiye'de mikrofonu eline alınca tribünlere oynamak adına cumhuriyetin temel kavramlarını çorbaya çeviren ideolojik bir zihniyetin sebep olduğu tahribatın nasıl giderilebileceğini konuşmasıyla net bir şekilde gösterdi. "Laiklik ilkesinin milli birlik ve beraberliğin, uzlaşı ve toplumsal barışın temel unsuru olduğu bilinmelidir" diyerek hepimize ders veren Sayın Arslan'ın konuşmasının iyi okunması ve laikliği kendi ideolojilerine göre yontan çevrelerin bu konuşma ışığında kendi zihniyet haritasını yeniden değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'nin istikrar zamanlarında nasıl şahlandığı hepimizin malumu. İstikrarın korunması ise büyük ölçüde cumhuriyetin temel kavramları çerçevesinde buluşulmuş olmasına bağlı. Bu gerçeği dikkate almayıp, laiklik başta olmak üzere temel kavramları bir çatışma, dışlama aracı sayanlar hiç fark etmeden kendi zeminlerini de yontmaktadır. Türkiye'de yaşayan her vatan evladının öncelikle bu kavram kargaşasında taraf olmanın ötesine geçerek, coğrafyamızı vatan kılan bir uzlaşma ve kucaklaşma zemini için emek vermeleri gerekmektedir. > Çatışma değil kucaklaşma Buna rağmen ne yazık ki bir türlü aşamadığımız bir kavram kargaşasının içinde bulunuyoruz. Bu kargaşanın en net okunduğu yerlerden biri de laiklik kavramı. Yaşanan kargaşa birlik, beraberlik içinde; istikrarla yükselmemizi sağlayacak enerjimizin kutuplaşmalar yüzünden heba olmasına sebep oluyor. Halbuki kavramları yerli yerine oturtursak böyle polemiklere hiç mahal olmadığını da net bir şekilde görebiliriz. Yargıtay Başkanı Sayın Arslan'ın sözlerinde de bunu okumak mümkün. Ne diyor sayın Arslan: "İnsandan başka hiçbir varlığın dini yoktur. Ne insanlar tarafından oluşturulan kurum ve kuruluşların ne de tüzel kişiliği olan devletin dini olamaz. Devletin laik olması ilkesini benimseyenleri dinsiz olarak suçlamak ne kadar yanlışsa, Cumhuriyete, Atatürk ilkelerine bağlı olan ve dinin gereklerini de yerine getiren kişileri çeşitli sıfatlarla suçlamak da bir o kadar yanlıştır. Bu tür yaklaşım ve değerlendirmelerin, ülke bütünlüğüne, birlik ve beraberliğine zarar verdiği ve kutuplaşmaya neden olduğu gözden uzak tutulmamalıdır..." Görüldüğü gibi Sayın Arslan, yaşanan kavram kargaşası sebebiyle mayın tarlasına dönüştürülmüş konularda bilimsel serinkanlılıkla ve sağduyu ile konuşuyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinde yer alan konuları ele alırken çizdiği o serin kanlı tablo ile bir anlamda da hepimize örnek olacak bir tutum sergiliyor ve bu yüzden de alkışı hak ediyor. Konuşmanın ayrıntılarına baktıkça gönül rahatlığıyla "Türkiye'de hakimler var" diyebiliyoruz. Laiklik, büyük Türkiye binasının harcıdır. Bu yüzden de onu tanımlarken kutuplaştırıcı değil, kuşatıcı ve kucaklayıcı olmakta fayda var. Yargıtay Birinci Başkanı Sayın Osman Arslan'ın sözlerini bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Arslan'ın sözleri Türkiye'nin istikrarını tehdit eden kavram kargaşasını engelleyecek nitelikte. Osman Arslan gibi değerlerimize de zaten bu yüzden sahip çıkmalıyız.