Son beş yıldır ortalama yüzde 7 büyüyen, AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamış, ekonomik hayatta ve sosyal yaşamda önemli reformlar gerçekleştirmiş, bölgesinde hatırı sayılır önemli bir ekonomik, siyasi ve askeri güce sahip olan Türkiye'nin, 1982 Anayasası ile yoluna devam etme şansı yok, artık. Zaten üçte biri değiştirilmiş olan, hazırlandığı dönemin ruhunu yansıtan, o dönemin şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda tasarlanmış olan mevcut anayasanın çoktan yenilenmiş olması gerekirdi. "Refahı ve özgürlükleri artıracağız" iddiası ile iktidara gelen bir partinin bu mevcut anayasa ile özgürlükleri de refahı da artırma şansı yoktur. Yeni anayasa ihtiyacı her kesim ve çevrenin kabul ettiği bir ihtiyaçtır. 1990 yılından bu yana yeni bir anayasa talebi tüm siyasi partilerin programında vardır. 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan meclis 'Temsilde Adalet' ilkesine en uygun meclislerden biridir. Hemen hemen ülkemizde yaşayan her siyasi görüşteki insan mecliste temsil edilebilme şansı yakalamıştır. Seçime katılma oranının çok yüksek olması meşruiyet tartışmalarına da imkan vermemiştir. Dolayısıyla bu meclis yeni bir anayasa hazırlamak ve yapmak konusunda her yönden uygun bir meclistir. Türkiye; artık atanmışların değil seçilmişlerin oluşturduğu bir meclisin yapacağı anayasayı hak edecek kadar demokratik alanda mesafe almıştır. "Atanmışlardan oluşacak bir Meclis Anayasayı yapsın" demek hem TBMM'ye hem de Türk Milletine hakaret etmektir. Anayasa taslağının hazırlık aşamasında atanmışların da görüş ve önerilerinden, tecrübelerinden, ihtisaslarından yararlanılmalıdır. Ama en son kararı 'seçilmişler' vermelidir. Demokrasinin gereği budur. Yeni anayasayı, TBMM yapmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin, kurumların ve hatta vatandaşların hazırlık aşamasında görüşleri alınmalıdır. Alınan bu görüşler toplanarak kıymetlendirilmeli ve dikkate alınmalıdır. Zaten iktidar partisi de yeni anayasa için böyle bir yol haritası çizmiş durumda. AK Parti, bilim kuruluna hazırlattığı taslağı, önce siyasi sorumluluğu olan kendi hukukçularına inceletti. Onların çalışmaları ile yeni bir taslak oluştu. Bu taslak şimdi AK Parti'nin yetkili organlarında tartışılıp son şeklini alacak. Muhtemelen Sayın Başbakanın ABD dönüşü sonrasında son şeklini alan bu taslak kamuoyunda tartışılmaya açılacak. Tüm kesimlerden görüş ve katkı istenecek. Gelecek tüm katkılardan istifade edilecek. Tek şartları var, "özgürlükleri daraltacak tekliflere kapalıyız" diyorlar. Aralık sonuna kadar konunun tartışılması ve gerekli önerilerin alınması düşünülüyor. Daha sonra gelen öneriler de dikkate alınarak taslağa son şekli verilip TBMM'ye sunulacak. Taslak önce TBMM Anayasa Komisyonunda tüm siyasi partilerin katılımı ile madde madde tartışılacak. Daha sonra genel kurula gelecek. Aynı şekilde genel kurulda da uzun tartışıldıktan sonra oylanacak. Köşk'ten onay alınması halinde bu yeni anayasa halkın oyuna sunulacak. Gördüğünüz gibi yaklaşık 1,5 yıl sürecek bir süreç. Herkesin eteğindeki taşı dökmesi, söyleyeceğini söylemesi için bayağı vakit var. Kimsenin yangından mal kaçırdığı yok. Herkes fikrini söylemeli. Ama çarpıtmadan, halkı kasıtlı bir biçimde yanlış bilgilendirmeden, TBMM'ye talimat vermeden söylemeli ne söyleyecekse. YÖK Başkanının "Yeni anayasa hazırlığı derhal durdurulmalı" talimatı bir fikir beyanı, bir katkı değildir. Yeni Anayasa çalışmalarını başörtüsü meselesine indirgemek iyi niyetli bir görüş bildirme şekli midir? Yeni anayasa tartışmalarının başladığı günden bu yana gazetelerin birinci sayfasının yarısını başörtüsü meselesine ayırmak, İran ve Malezya gibi uç örneklerle Türk halkında, korku psikolojisi oluşturma çabaları iyi niyetli birer fikir-görüş beyanı gibi gelmiyor, bana. 6 aydır yapılan hazırlığın bir maddesine takılıp kalmak, verilen emeğe haksızlıktır. İşin doğrusu; bence bazı çevreler yeni bir anayasa istemiyorlar. Mevcut anayasanın kendilerine tanıdığı gücü, imtiyazları kaybedeceklerinden korkuyorlar. Ama bunu şimdilik açık açık söyleyemedikleri için konuyu başka alanda tartışıyorlar. Asıl sorun mevcut anayasanın 6'ncı maddesinde çıkacak. Atatürk döneminde hazırlanan 1924 anayasasının 3'üncü ve 4'üncü maddesinde "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır" hükmü ile egemenliğin kullanılması yetkisi sadece TBMM'ye verilmiştir. Oysa 1982 Anayasası her ne kadar 6'ncı maddede "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" hükmüne yer vermişse de devamında "Türk Milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır" ifadesi ile bir önceki hükmün anlamsız, sözde kalmasına sebep olmuştur. Egemenliği millet adına kullanacak yetkili organlar kimdir? TRT'den RTÜK'e kadar birçok yetkili organ var. Demokrasilerde egemenliği millet adına seçilmişlerden oluşan meclisler kullanabilir. Birçoğu atanmışlardan oluşan kurumların kendilerini TBMM'nin üzerinde görme, öyle davranma alışkanlıklarının temel sebebi budur. İşte asıl sancı buradadır. Yeni anayasada egemenlik kullanma hakkı sadece TBMM'ye verilecektir. Sancıların sebebi budur. Mesele başörtüsü, mahalle baskısı filan değil, mesele güç kavgasıdır, egemenliğin kullanılması kavgasıdır.