İki temel gerekçe ile Başbakan Erdoğan Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne karşı çıktı. Rasmussen, PKK terör örgütünün yayın organı olan ROJ TV'ye karşı yasal tedbir almayı kabul etmemişti. AB'nin terör örgütleri listesine koyduğu bir yasa dışı örgütün yayın organına ülkesinde yayın hakkı vermek Danimarka'nın "terörle mücadele" konusundaki yükümlülüğüne aykırı. İngiltere'nin Med TV'ye yaptığını Rasmussen Roj TV'ye yapmadı, duyarsız davrandı. Başbakan Erdoğan'ın ikinci gerekçesi, Danimarka'da yayınlanan bir gazetenin yüce Peygamberimizle ilgili hakaret içeren 12 karikatür yayınlaması ve Başbakan Rasmussen'in İslam dinini rencide eden bu davranışı ifade özgürlüğü olarak görmesi idi. Oysa Danimarka yasalarında 'dinlere hakaret' suçtur. Rasmussen yasaları uygulamadı. Her iki olayı değerlendirdiğimizde Erdoğan'ın tepki koyması normal bir tutumdur. Merkel ve Sarkozy ikilisinin diğer NATO üyeleri ile önceden istişare etmeden Rasmussen'i aday göstermesi bir emri vakidir. Rasmussen yanlış bir tercihtir. İslam dünyası ile ilişki kurması zordur. Afganistan'daki savaşı kazanmak isteyen AB ve ABD'nin NATO'nun başına Müslümanların tepkili olduğu birini getirmesi çok anlaşılabilir bir tercih değildir. Türkiye bu çelişkiyi NATO üyelerine hatırlatmıştır. Bu çelişki ve çekincelerini ileri sürerek Rasmussen'in adaylığına karşı çıkan Türkiye'yi AB'nin tehdit etmeye kalkması ise tam bir kepazeliktir. Türkiye'ye yıllardır her istediğini şartsız kabul ettirmeye alışık olan AB liderleri bu kez aynı şeyi yapmak istediler. Fakat Türkiye geri adım atmadı ve direndi. Avrupa da geri adım atmadı. İşte tam bu kriz noktasında ABD devreye girdi. Türkiye veto hakkını sonuna kadar kullanmaya kararlıydı. ABD-AB ve Türkiye arasında bu krizin aşılması için son ana kadar Başkan Obama çaba sarf etti. ABD'nin de Rasmussen de ısrarlı olması Türkiye'yi zora soktu. Nihayetinde Türkiye, Rasmussen'in Genel Sekreter olmasından sonra ortaya çıkabilecek muhtemel 'hasarları' en aza indirebilmek için bazı garantiler karşılığında kararı veto etmekten vazgeçti. İki gün boyunca Türkiye'nin NATO'da harcadığı diplomatik çabanın meyveleri önümüzdeki yıllarda alınacaktır. Türkiye vakarlı bir duruş sergilemiştir. Çekincelerini ortadan kaldıracak garantileri de almayı başarmıştır. Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan, Avrupa'da başarılı bir ikili oldular. Artık her halükârda dikkate alınması gereken bir Türkiye var. Artık her şeye "baş üstüne" diyen değil gerektiğinde direnen ve tavizler koparabilen bir Türkiye var. "Ensesine vur, lokmasını al" dönemi bitti. Tek yanlı taviz dönemi bitti.