Batı ile Doğu uygarlıkları arasındaki hesaplaşma süreci henüz sonuçlanmış değil; daha uzun müddet devam edeceğe benzer.. Belki de hiç sonuçlanmayacak.. Çünkü her iki uygarlığın insan varlığına bakışı o kadar birbirinden farklı, birbirine o kadar zıt ki, son tahlilde artık bir sonuca varmak imkansız gibi.. Batı uygarlığı Rönesans'tan itibaren, insanı bu dünyada ruhsal tecrübeler yaşayan bir varlık olarak görür; adını da koyar: Hümanizm.. Buna karşılık Doğu İslam uygarlığı, bizi, insanlık tecrübesi yaşamak üzere bu dünyaya gönderilmiş, ruhsal varlıklar olarak görür.. Ötelere uzanan aşkın 'trancendental' bakış.. Temeldeki fark burada insan merkezli hümanist bir dünya görüşüne karşı Tanrı merkezli, ete kemiğe bürünmüş ruhsal bir varlık.. Bilim tarihi, Rönesans'la birlikte insanoğlunun aklı kutsallaştırarak Tanrı'ya baş kaldırdığını, Kilise ve Papalık gibi dinî kurumlara meydan okuduğunu anlatır.. Yirminci Yüzyıl'ın başlarına kadar bu görüşün hakim olduğu biliniyor.. Rönesans sonrası materyalist fikirler ve aşırı pozitivist cereyanlar Batı dünyasını ruhsuz insan anlayışına sürükledi.. Mikelanj'ın Musa Heykeli'ni yonttuktan sonra, karşısına geçip, "Şimdi konuşabilirsin ey Musa!" diyecek kadar kendisini tanrılaştırması o devrin çarpık anlayışının bir göstergesiydi.. Tanrı'nın göklerde değil, artık yeryüzünde aranılması iddiası o yıllarda başlar.. Birinci Aydınlanma Çağı dedikleri 1670-1720 arası yıllarıdır ki, bilimsel araştırmalarla elde edilen bilgiler mutlak ve kesin doğrular olarak bilim dünyasına sunulmuş, aklı kutsallaştıran din karşıtı spekülasyonların yaşandığı yıllar olmuştur. Batı'da din ve bilim kavgaları bu yıllarda zirveye tırmanır, daha da şiddetlenir.. Ne zamana kadar mı? Bir bakıma günümüze kadar..