Bir ülkenin yalnız ekonominin sihirli değneğiyle kalkınacağına inanmak, doğru değildir.. Ekonomi tek başına bir ülkenin sosyal yapısını, sosyal düzenini ve sosyal problemlerini anlamaya yetmez.. Yetmediği de işte Türkiye'nin halinden belli.. Yüzbin ekonomistimiz var.. 70 kadar üniversitemizden, her yıl onbinlerce ekonomist gençler mezun oluyor.. Binlerce öğretim üyesi ülkenin ekonomik perişanlığına çareler arıyor.. Yazılı ve görüntülü medyamızda koca koca ekonomi profesörleri eleştirel konuşmalar yapıyor, her kafadan ayrı fikirler, ayrı teklifler çıkıyor.. Ama halimiz hiç değişmiyor. Fert başına düşen milli gelir, yine de 2000 dolar.. Neden mi? Çünkü insanımız huzursuz, sosyal düzen bozuk, toplumsal yapımız uzlaşmazlık illetiyle malul.. Hep kavga halindeyiz. Dışarıdan, IMF'den yabancı uzmanlar getiriyoruz.. Hatta Dünya Bankası'ndan Türk dahiler (!) getiriyoruz yine de toplumumuzu huzura kavuşturamıyoruz. Neden mi? Çünkü bir ülke sadece ekonomik zenginliğiyle huzura kavuşmaz da ondan.. İşte Saddam'ın Irak'ı, İşte Suudi Arabistan ve işte -belki şaşıracaksınız- intihar vakalarının en çok olduğu İsveç.. 20. yüzyılın bilim felsefesini içine sindirememiş, bilimsel devrimleri ıskalamış, ama hâlâ 18-19. yüzyılın dogmatik bilim anlayışıyla yetinen ve bu yüzden çözümsüzlük girdabına girmiş bir ülke durumundayız.. İnanç ve kültür dünyamızın dışında çareler arıyoruz.. Bütün meselemiz ve sanki başka açmazlarımız yokmuş gibi durmadan dinlenmeden laikliği, başörtüsünü tartışıyor ve bir sonuca varamıyoruz.. Ne bilim adamlarımız, ne politikacılarımız, ne de medyamız bu tartışmayı durdurabiliyor.. Aksine körüklemekten vahşi bir zevk alır gibiyiz.. Hepimiz bir suçlu arıyoruz.. Ama bulamıyoruz.. Çünkü suçlular da, suçsuzlar da sanki zaman aşımına uğramışlar gibi tevekkel.. Dışarıdan para bekliyoruz.. Yüz yıllık bilimsel açığımızı para ile kapatacağız..