Frenkperestlik

Bizim entellerimizin frenkleşme alışkanlığı galiba yeniden hortluyor. Eskiden olduğu gibi Tanzimattan bu yana bizim genç Türklerimizin ve ittihat terakkicilerimizin kıblegâhı olan Paris yine baş belamız... "Paris'e git be adam akl-u fikrin var ise Aleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris'e" Eğer gidemezsen al sana bir Paris caddesi.. Caddelerini bile Paris imajıyla süsleyen entellektüel bir kesim Beyoğlu'nu ille de Paris'leştirecek. Markiz açıldı şimdi sıra Lebon'da. Frenkmeşrep entellektüellerimize müjde! Fransa'nın tepeden inmeci jakobenleri bile Türkiye'nin AB'ye girmesini istiyor... Osmanlı'nın cadde-i Kebir'i bundan böyle Paris caddesi olarak anılırsa şaşmayın.. Anlaşılan bu Frenkleşmeyi o raddeye götürecekler. Yakında Beyoğlu'nun öteki sokaklarına Cartier Latin, Saint Germain adları verilirse sakın itiraz etmeyin gerici diye damgayı yersiniz. Kısa zamanda Paris'teki gibi kaldırımlara taşmış kafeler, restoranlar, pastaneler görebilirsiniz. Şimdilik Paris sokağı ile başladık durun bakalım daha ne marifetleri çıkacak bu Frenkperestlerin. Beyrut ve Kahire'de de Napolyon'dan miras kalan bütün mekân ve sokak isimlerini buraya taşımamız lazım ki bu dejenerasyonu hakkıyla temsil etmiş olalım. Beyazıt meydanına Napolyon, Barbaros bulvarına Paris bulvarı ve nihayet Dolmabahçe'de tıpkı Beyrut'ta olduğu gibi Saint Joseph meydanı olabilir. Zaten bazı sosyetik ailelerimiz şimdiden doğan kızlarına Frenkçe isim takma modasını başlattılar. Melisa, Janet, Biret, Monet gibi bir çok Frenk isimlerine rastlıyoruz. Satış yerlerimizin çoğu Frenkçe isimlerle anılıyor. Mağazalar, lokantalar, işyerleri hep Frenkçe. Onlar bizden önce Avrupalaştılar, doğrusu Frenkleştiler... Tıpkı Beyrut ve Mısır gibi. Napolyon gerçekten büyük adammış. Kahire'de birkaç gün Beyrut'ta birkaç saat kalınca oraları hemen Frenkleştirivermiş. Allah'tan İstanbul'a uğramamış yoksa halimiz nice olurdu.