Bilimsel araştırmalarda, birbirileri ile yarışan farklı bilimsel yaklaşımların (paradigmaların) önemine işaret eden Thomas Kuhn, bilimdeki gerçek ilerlemelerin, mevcudun üzerine ilâve edilen birikimlerle değil, devrimler şeklinde olduğunu savunur. Bilimsel devrimlerin, eski görüşlere dayanılarak değil, bilakis eskinin karşısına çıkılarak ortaya çıktığına inanan Kuhn'un, bu noktada bilimsel devrimler ile sosyal devrimler arasında kurduğu benzerlik ve paralellikler de hayli dikkat çekicidir. Geçen yüzyılın ilk yıllarına kadar, insanlığın tüm entellektüel hayatı üzerinde adeta mutlak otorite tesis etmiş olan pozitivist anlayış, ortaya atılan görüşlerin "doğrulanması" temeline dayanıyordu. İnsan aklını tapınılacak seviyelere çıkaran bu anlayışta, kesin olarak doğrulanan görüşler, zamanla üzerinde tartışma yapılmayan dogmalar haline geliyordu. Ne var ki, 1920'li 30'lu yıllarda Einstein, de Broglie ve Schrödinger gibi bilim adamlarının bilimsel devrimlerine bu dogmalarla cevap verilemiyordu... Özellikle Fransız İhtilali'nden 19. yüzyıl sonlarına kadar, neredeyse tüm dünyada hakimiyet kuran pozitivist felsefenin tahtı sarsılmaya başladı ve nihayet, Karl Popper tarafından tarihin raflarına kaldırıldı. Eski Yunan'da Sokrates (M.Ö.470-399) ve 18. yüzyıl Prusyasında da İmmanuel Kant (1724-1804), birbirine benzer şekilde "devlet otoritesini bozmakla" suçlanarak yargılanmışlardı. Tarih boyunca düşünce özgürlüğü için verilen mücadelelerde büyük önem taşıyan bu iki hadise, günümüz Türkiye'sindeki bazı karanlık noktaların aydınlatılmasında da bize hayli yardımcı oluyor. Batı ülkeleri için artık oldukça eskilerde kalmış olan izm'lere dayalı ideoljik devlet anlayışını neden aşamadığımızı tartışmamız gerekiyor. Materyalist diyalektik teorisini kurarken Karl Marks'a fikir babalığı yapmış olan G.W.F. Hegel (1770-1831), 19. yüzyılın ilk yarısındaki Prusya Monarşisi'nin, "insan aklının ulaşabileceği en üst düzey" olduğunu ilan etmişti. Yani, insanlığın, onun çizdiği sınırı aşmasını mümkün görmüyordu! Onun yapmak istediği şey, Avrupa kıtasına hakim olan yeni düşünce akımlarının etkisinden, Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm'i korumaktı ve karşılığını da cömertçe alıyordu... Bugün de, gerek devlet ve gerekse toplum düzeni bakımından, Türk insanının, bir asır önce çizilmiş sınırı aşamayacağı iddiasında olanlar, bu iddialara dayalı politika yapanlar var. Batı dünyasının, bir asır önce terk ettiği paradigmalara dayanan bazı doktrinleri, adeta bir devlet otoritesi gibi topluma dayatan, bunu birtakım pozitif hukuk belgeleri ve bürokrasi destekleri sağlayarak ayakta tutmaya çabalayanlar var. Devlet ile milleti karşı karşıya getirme, birbirine düşman etme pahasına bu gayretleri sürdürenler var. Çünkü, bu faaliyetlerini dayandırabilecekleri siyasal bir düzene sahipler. Çağdışı bilim anlayışları ile özgür akla vurulmuş prangaları kıracak, devlet dinine karşı çıkarak yargılanmaları göze alacak yeni Sokrates'lere, Kant'lara ve yüzyılımızın iki muhafazakâr bilim felsefecisi Karl Popper ve F. Hayek gibi beyinlere ihtiyacımız var... Doğrulama temeline dayalı, mutlaklık ve kesinlik iddiası taşıyan bilim ve felsefe anlayışları kesinlik iddialarından vazgeçeli yıllar oldu. Artık, doğrulama anlayışlarından çok, yanlışlamaya açık görüşlerin de özgürce savunulabildiği, ya da karşı çıkılabildiği bir dünyada yaşıyoruz... Artık, izm'lerle, eskimiş paradigmalarla, dogmalarla ve bunların inanç haline getirildiği ideolojilerle kaybedecek zamanımız yok...