söz der ki
"-Hastalık ölümü hatırlatır da, sağlık yaşamayı hatırlatmaz..."
(...Hafif esintinin farkına varınca ettiği müthiş S.Ö.Z.leri)
tuzaktan kumanda
Saba Tümer'in programına konuk olan Sergen Yalçın, bir hatırasını anlatıyor;
"Çok hoşlandığım bir kıza mesaj atmak için arkadaşımdan yardım istedim...
O da bana 'Bu dünyada iki kör tanıdım, biri senden başka hiç kimseyi görmeyen ben, diğeri beni hiç görmeyen sen' diye bir mesaj yazmamı tavsiye etti...
Mesajı çok uzun bulunca kısaltmıştım;
-Bu dünyada iki kör tanıdım biri sen, diğeri de ben..."
bir film diyaloğu
"-Kırık bir kalp sakat bir vücuttan çok daha fazla acı verir..."
(...Twilight filminden)
kadınlar&erkekler
(...Charles Bukowski karısını anlatıyor)
Karım anlamıyor beni.
Direksiyonda karşı yönden gelen biri ile göz göze geldiğimde başımla selamlar veya el sallarım bazen. Bunu yapmak içimden gelir.
"Gerçekten tuhafsın" der karım.
Süpermarketteki kasiyere bir şeyler anlatmaya veya gülerek, el haraketleri yaparak dışarı çıkınca karım, "O adam anlattıklarından tek kelime bile anlamadı" der.
Veya bir fıkra anlatırım karıma.
Fıkra bittiğinde, "Ne zırvalıyorsun sen?" diye sorar.
-Bu bir fıkraydı...
"-Fıkra mı? Bu dünyada bunun bir fıkra olduğunu anlayabilecek tek kişi yoktur!"
Sonra başını geriye atıp kahkaha ile güler bana.
Postane ve kafe gibi umumi yerlerde başkalarına küçük el ve baş işaretleri ile servisin yavaş veya imkânsız veya dünyanın nefret dolu olduğunu veya o tür bir şey ima etmeye çalışırım.
"Ne yapıyorsun" diye sorar karım, "Kes şunu! Hiçbir yere götüremiyorum seni!"
Umarım size bir erkeği anlayacak son insanın karısı olduğunu söylediğimde ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur...
Hayatı boyunca sanki bir aynaya bakıyordur kadın...
Ancak öylesine yakındır ki aynaya hiçbir şey göremez.
temel'in yeri
SSK emeklisi Temel, on günde bir hastaneye giderek, biten ilaçlarını yeniden alıyormuş...
Bir gün Fadime, Temel'i buzdolabına koyduğu ilaçları bir naylon torbaya koyup evden çıkmaya hazırlandığını görünce sormuş;
-Hayrola nereye götürüyorsun ilaçlarını?...
"-Alt kattaki komşuya götürüyorum, birkaç gün onlarda kalacak..."
-Niye ki bizim buzdolabı çalışmıyor mu?...
"-Yok be Fadime... Geçen gün ilaçlarım bitmeden biraz stok yapayım diye hastaneye gittim. Benim doktor, bilgisayara baktı 'Dedeciğim ben şimdi sana yeni ilaç veremem, çünkü evinde hâlâ ilaç görünüyor' dedi... Yarın kendisine tekrar gideceğim..."
hayata dair
Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu âdet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş...
Bu hikâyeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak.
Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur.
Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...
Bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir.
Çocuk bir tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde bırakır; anası da ona bakıp eğlenir.
Kimi baba da, oğlunun savunmasız bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak sevinir.
Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları, kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında, alabildiğine büyüyüp gelişirler.
Bu kötü temayülleri yaşın küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir eğitim yoludur.
Çocukta doğa egemendir ve doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür
Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi oradan buradan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar...
Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi. (...Montaigne)
itiraf reyonu
(...isim: fatma aydın ...şehir: bilinmiyor ...yaş: hiç bilinmiyor)
Birkaç gün önce kuzenlerimle bir cafede oturuyoruz... Neyse garson geldi ne istediğimizi sordu, ben de "Nescafe" dedim...
Nescafemi nasıl istediğimi sordu doğal olarak. Ben kaldım bir süre... Sonra ardından beni rezil edecek bombayı patlattım;
"-ŞEKERLİ OLSUN..."
Tabii adam bana "Sade mi yoksa sütlü mü" olduğunu sorduğu için gülmekten kırıldı...
Ben de jeton düştükten sonra bayağı bir güldüm... Ama rezil olduğumla kaldım...
(omer.soztutan@tg.com.tr - itiraf edin, rezil edelim...)