Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek... Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizligimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız... ...Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.? Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni? ... Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki. Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. ... Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, sartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi. - Rabindranath Tagore - > bizimkiler (Bizimkiler'in seçilmiş itirafları...) > Talip: BBG Melih kaset çıkardıktan sonra magazin servisine gelmişti... "Ooo Eray hoşgeldin... En çok seni beğeniyordum" demiştim... > Cem: Bina hoparlöründen yapılan "Ding... Dong... Lütfen dikkat" şeklindeki duyuruları tavana bakarak dinledim... Bir iki kere... > Dündar Abi: Birkaç kez bina giriş kartı butonuna Akbil tutmuşluğum vardır... Bunu yazma ama, millet bizi iyice şey zannedecek... > Bilgehan: Lunaparkta çarpışan arabayı kullanırken çarpışmamaya dikkat ederdim... Yani marifet öyle zannediyordum... > Ziya: Hepsini yazdın zaten, daha ne olacak?... Bir tane var ama o kadar güzel değil... Basın gezisinde belediyenin gazetecilere tahsis ettiği arabaya basın kartı göstermiştim... > Hüseyin: Benzin istasyonlarında otomatik araba yıkama servisleri var ya; onun ortasına geldiğimde canım sıkılıp inmeye çalışmıştım... > Tahir: Site kapısının uzaktan kumandası yerine cep telefonunun "yes" tuşuna basışım... Ondan sonraki her geçişte beni gören güvenlikçinin yüzündeki tebessüm... > sanatik kritik "-İbrahim Kutluay'dan sonra sırık erkeklerden bir cacık olmayacağını anladım... Bundan sonra tercihim kel ve göbekli adamlar..." (Demet Akalın) > politik kritik "-Sosyal Demokratlar olarak şapkalarımızı önümüze koyup düşünelim... Artık beyaz atlı prensin gelmeyeceğini kabul edelim..." (Murat Karayalçın) > sportik kritik "-Antrenörlük hayatımda ilk kez transfer döneminde yönetimden futbolcu istemedim... Ne yemek istesem hemen önüme koydular..." (Christoph Daum) > meçka engin Virüs... Hasan Hocam, bilgisayarında çalışırken her gün aynı saatte "pat" diye sistemi gider... Telefonla sistem destek aranır... Kontrol edilir, bir arıza bulunmaz... Ertesi gün bir daha, sonraki gün bir daha... Akşam saatleri, işlerin sonuna yaklaşılmıştır, Hasan Hocam saatine bakar ve der ki; "-Şimdi yine gidecek sistem..." Dediği gibi de hakikaten gider... Müthiş bir rahatsızlık durumu... "Kendiliğinden kapanıyor" şikayeti büyüyünce Engin Abi; "Yahu boşver hocam, bu aşağıdakiler işi bilmiyor... Ona bakarsan ben makinayı her gün kapatıyorum, sabah bakıyorum yine açık..." Problem aylar sonra dün anlaşılır ki; Engin Abi, giderken kendi bilgisayarı yerine, yanındaki bilgisayarın düğmesine basıp çıkıyor... * Vatansever, toplum adamı, herkesin yardımına koşan, gerçek insan... S.Ö.Z. der ki; "-Hiçbir televizyon programına yetecek kadar çok gözyaşım yok..." Rakamlarla sözcükler.. (Ebru Akel'in program başına en çok kullandığı kelime...) % 1: Elektrik alma... % 1: Yakınlaşma... % 1: Yönelme... % 1: Heyecanlanma... % 1: Önemseme... % 1: Sağlıklı birliktelik... % 94: Yoğunlaşma... ...gündemin kırıntıları... Çakıcı "Derin devletin cılkı çıktı" demiş... 40 akıllının çıkaramayacağı derinliğe ulaşınca... > temelin yeri İnişe doğru hazırlanan uçakta pilotun anonsu duyulmuş; "-Sayın yolcularımız 25 dakika sonra inişe geçeceğiz... Hava parçalı bulutlu 15 derecee... AAHHH..." ...Ve anons o anda kesilmiş... Bütün yolcular panik içinde, ortalık çalkalanmış... Birkaç dakika sonra pilot; "-Sayın yolcularımız, kusura bakmayın sizleri korkuttum... Ama hostes yanlışlıkla üstüme bir sıcak fincan kahve döktü ve canım çok yandı... Hele bir de benim pantalonun ön kısmını bir görseniz..." Arka sıralarda oturan Temel öne doğru bağırmış; "-O bir şey mi?... Sen bizim pantalonların arka kısmını bir görsen..." Bugünün buluşu İlk kez kaybedilen cep telefonunu bulmak için başka bir telefondan çaldırıldı... (16.01.1997 - Ali Güngör'den...) diyAlog... (KANAL D - Beyaz Show...) BEYAZ: Şimdi ne söyleyeceksin bize?... CANDAN ERÇETİN: Henüz kararlamadım... *** (FLASH TV - Umut...) YALÇIN ÇAKIR: Kız kardeşinin namus cinayeti işlenen evde kalmasını nasıl karşılıyorsun?... TELEFON KONUĞU EROL BEY: Bak kardeşim... Hay Allah, senin adın neydi yav?... *** (STAR - Paparazzi...) MUHABİR: Oyunculuk eğitimi aldınız mı?... HELİN AVŞAR: Evet... Daha önce ablamın filminde oynadım... > itiraf reyonu... (isim: cumali karakaya... şehir: adana... yaş: yirmiiki...) Yaklaşık altı ay önce bir komşunun dügününe gitmiştik... Düğün salonuna asansörle çıkılıyordu... Komşumuzun oğlu ile bindik asansöre, tam bu sırada arkamızdan üç tane kız geldi... Kızlardan biri düğmeye basmak için "Kaça gidiyorsunuz" diye sordu... Bizim komşu "Lise son" diye cevap verdi... Düğün sırasında bile kızlarla göz göze gelip dakikalarca güldük... Arkadaş yarım saat sonra orayı terketti... (osoztutan@tg.com.tr - itiraf edin, rezil edelim...) Tebeşir Tozu... "-İnsan ancak kendisinin yerini, en az kendisi kadar doldurabilecek bir başkasının bulunduğunu kabul ettikten sonra akıllanmaya başlar..." (R.E. Byrd) Şifa Yemek Öğle Menüsü Mercimek Çorba... Etli Bezelye... Pilav... Meyve...