söz der ki
"-Hayatın mutlu anlarını hissedebilmek için, küçük ızdıraplarına katlanmak lazım..."
(...Sadece hatırlatma olsun diye ettiği müthiş S.Ö.Z.'leri)
tuzaktan kumanda
(...ATV - İzdivaç)
ESRA EROL: Bir erkeğin ayaklarını yıkar mısın?...
EVLENECEK KADIN: Ben eski eşimin ayaklarını yıkamak bir yana tırnaklarını kestim, topuklarını törpüledim.
ESRA EROL: Evet ya, kadın dediğin işte böyle olmalı...
STÜDYODAKİ KADIN: Ama Esra Hanım; kokar erkeğin ayağı. Bütün gün ayakkabının içinde aynı çorapla...
SÖZ'ün gelimi...
Bir Anadolu kasabasından 40-50 kadar kişi, yakındaki büyük şehre alışverişe gitmişler...
Hayvanlarına yükledikleri nohudu, buğdayı satıp, onların yerine kumaşlar, tencereler almışlar.
Dönüş yolunda 3 eşkıya kervanın yolunu kesmiş.
Adamlar çekmişler silahlarını ve bağırmışlar:
"-Yere yatın ve kıpırdamayın..."
Daha sonra eşkıyalar yere yatırdıkları kalabalığın üstlerinden elbiselerini çıkarttırmışlar...
Ve yarı çıplak kasabalarına göndermişler...
Kasabanın girişinde durumu görenler şaşırmışlar ve sormuşlar:
- Ne oldu size, ne bu haliniz?
"-Soyulduk..."
-Kim soydu sizi böyle?.. Nerede oldu bu iş?.. Kaç kişiydiler?...
Yarı çıplak kasabaya dönenlerden birisi durumu özetlemiş:
"-Onlar 3-5 kişiydi ama beraberdiler... Biz ise 40 kişiydik, ama yapayalnızdık!.."
Şimdi birlik olma zamanı... Çünkü eşkıya hâlâ 3-5 kişi...
(...Yunuz Emre Çakmak'ın yorumu)
temel'in yeri
Adam, saatlerin geri alınacağını duyunca, evdeki tüm saatleri toplayıp saatçi Temel'e gitmiş;
"-Temel, saatler geri alınacakmış... Biz de evdeki saatleri senden satın aldığımız için sana getirdik... Bunları geri alacaksın..."
Temel kendinden emin bir şekilde "Öyle yağma yok" demiş;
"-Ben de duydum... Ama 1 saat geri alınacakmış... 1 tanesini geri alırım ama diğerlerini almam..."
bizimkiler
Çıktı alınacak printer'ın şifresini Serdar biliyor;
EMİN: Bu aletin yeni şifresi ne?...
SERDAR: Üç tane 55 abi...
EMİN: Altı tane 5 yani?...
SERDAR: Öyle de olur...
hayata dair
Çok zaman önceydi...
O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu...
İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı...
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı...
Derken "Zaman" diye üç parçalı bir buluş yaptı insan...
Bir parçasına "Dün" dedi, diğer parçasına "Bugün", öteki parçasına da "Yarın"...
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu...
Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı...
Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, dün de bu gün için yarın diyordu...
Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı...
Bu günü eline yüzüne bulaştırdı...
Mutsuz oldu insan...
Ve ne gariptir ki yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
Ama bugünü hiç yaşayamadı...
Ne yarın ne de dün!...
(...Anonim)
İğnelik
LÂLE DEVRİ
Muhabbet fasılları,
Nâdir ânları sarar...
Anar şanlı yılları,
Güvercinler martılar!
Bir gönül seferinden,
Aşkı gülün lâlenin...
Suhûletle derinden
Çağlayan şelâlenin!
Kalbi Haliç seherde,
Huzûr sunan iklimin...
Havâi fişeklerde,
Sadâbâd'ı Nedim'in!
Sefa Koyuncu
sefa.koyuncu@tg.com.tr
