(Vatandaşın malvarlığı...) * Avşa adısında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen... * Gökyüzünde bir bulut... Bitlis'te beş minare... * Biri yazlık biri kışlık iki platonik sevgili... * Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara açılan beyaz duvarı... * Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü... * Palandöken'de bir palan, iki döken... Kostamonu'da üç kasto... * Bir Çarşamba, iki Perşembe, üç Cuma... * Bir çuval gazoz kapağı, bir kibrit kutusu sigara izmariti * Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank... * Bir ayakkabı çekeceği... İki büyük taş kütlesi... Bir adet ağaç gölgesi... * Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci... * Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu... * Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili... * Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür... (Okul arkadaşlarının sitesi Moore Forum'dan...) Hayata dair... Mahzun, yarı kırık yüreklerimiz Yıllarca uzak kalmak üzere O gün, ayrıldığımızda ikimiz Sessiz ve gözyaşları içinde; Solduğunda, soğuduğunda yanağın Öpücüklerin buz tuttuğunda... ... Çoktan çalmıştı saati acıların... Sabahın o serin, ürperten çiği Alnımda donuvermişti, O çiğler belki bu hüzünlerimin Gözyaşlarımın işaretiydi. Ettiğin yeminler bir bir bozuldu Gölge düştü güvenilirliğine; Paylaştığım yalnızca acı oldu Senin adını işittiğimde... ... Gizlice buluşmuştuk seninle... Sessiz, hüzünlenirim şimdi Çünkü ruhun aldattı ruhumu Yüreğin unuttu yüreğimi. Eğer bir gün, uzun yıllardan sonra Karşılaşırsak ikimiz yine Nasıl bakabilirim, nasıl sana Sessizce ve gözyaşları içinde. - Lord Byron - itiraf reyonu... (isim: kimyager-me... şehir: istanbul... yaş: yirmiüç...) Uzun zamandır bu itirafı yapmak istiyordum ama bugüne kısmet oldu... Bundan yaklaşık altı sene önce ablamla Topkapı Sarayı'nı gezmeye gitmiştik... Ben daha önce yaklaşık on sefer gezdiğim için sıkılıyordum... Ve bir an önce oradan ayrılmak için elimden geleni yapıyordum... Sonunda ablamı razı ettim ve çıkış kapısına doğru yöneldik... Ama o sırada kapının hemen yanında "WC" yazılıydı... Ablama dedim ki; "-Bak abla tuvalet yazıyor... Gel o zamanların tuvaletine de bir bakalım..." Önce razı olmamıştı fakat büyük olmanın verdiği sorumlulukla kabul etti... İçeri girdiğimizde görevli "Bayanlar sağdan, baylar soldan" dedi... Ne olduğunu anlayamamıştım... "Biz ikisine de bakacağız" dediğimde adamın suratını görmeliydiniz... Ve tabii ki benim suratımı da... "Büyük 50, küçük 25" yazısını gördüğümde... Daha sonra olayı anladık ve mor bir suratla dışları çıktık... Dışarı çıkana kadar hiçbir şey düşünemiyordum... Taa ki ablamın o kaya gibi sert çantasını kafama yiyene kadar... Fazla rezil etmeden yayınlamanı rica ediyorum... Aslında her türlü rezilliğe lâyığım ben ama... bizimkiler (Bab-ı Ali'de uydurukça kelime bombaları...) > Karikatürist Süleyman Özkonuk'un gazetede Süleyman Özmisafir olarak çıkması... > Şevket Uygun isimli gazetecinin, Şevket Münasip olarak yayınlanması... > Dönemin Alman Bakanı Kent'in resimaltında "Bakan Şehir" yazması... > Spor Yazarları Oğuz Örnek'in Oğuz Misal, Ersin Uysal'ın Ersin Mülayim, Ruşen Güven'in Ruşen İtimat olarak çıkması... > TSYD Başkanı Onur Belge'nin Şeref Belge olarak düzeltilmesi... temelin yeri Temel doktoru gece yarısı aramış... Anlattığı şeyler de, hiç de o saatte uyandırmayı gerektirecek şeyler değilmiş... Doktor kızmış; "-Yahu kardeşim, bunun için sabah arasaydın ya..." Temel'in cevabı; "-Sabah sabah rahatsız etmeyelim dedik... HHH Temel, Tıp Fakültesi'nin devamlı öğrencilerinden biriymiş... Hocalarıyla sık sık birlikte viziteye de çıkıyormuş... Hoca, Temel'den bir hastanın nabzını ölçmesini istemiş... Temel hastanın bileğini tutmuş, saatine bakmış ve sonra hocasına dönmüş; "-Ya bu hasta ölmüş, ya da benim saatim durmuş..."