Sivas'a gitmeden Sivas köftesi yenir mi? Biz yedik. Ürününe "âşık" bir girişimci, kâğıt gibi ince, baklava gibi lezzetli köftelerini sadece İstanbul'da değil, dünyadaki "köfte severlere" de sunabilmek için proje geliştirmiş. Bunun bir adımı olarak, "ağzı çalışan" (yemekten ve konuşmaktan anlayan) bir grup insanı, genç girişimcilere değer veren bir başka girişimcinin restoranında "tat testine" davet etmişti. Köfteler yendi. Herkes görüşünü-beğenisini ifade etti. Köfteci kimmiş, restoranın adı neymiş, kimler katılmış bunları yazamam. Benim gazeteciliğim-haberciliğim bu kadar. Çıkışta köfteci girişimcimizin kulağına eğilip, "bu işte köfte, işin ancak yüzde biridir. Geri kalan 99 konuda da ahenkli ve müşteri yönlü çalışmalar yaparsanız, bu iş yürür. Ama bu sözümü unutmayın, "köfte körlüğüne" uğramayın. Yapacak 99 işiniz daha var" dedim. İnsanlar kahve değil, kahvehane; kahvehane değil bahane arıyor. İş yapmak, işte bu bahaneleri bulup buluşturup bir araya getirebilmekle mümkün oluyor. "Pekmez gibi malın olsun sinek Bağdad'dan gelir" bir atasözü. Artık eskidi. Sinekle pekmezi yan yana getirmeyi AB yasaklıyor. Müşteriyi sinek gibi görmeye de pazarlama mani. Artık müşteri mala gelmiyor, mal müşteriye götürülüyor. Esnafın kulağı çınlasın. Üretmek yetmiyor, üretileni tükettirmek gerekiyor. Daha doğrusu, tüketim öne çıkıyor, tüketilecek şeyler üretiliyor. Önce talep ve tüketim yakalanıyor, sonra bunlara hizmet götürülüyor. Üretimle tüketim arasındaki bağlantıyı sağlayan dağıtım kanalı ve lojistik sisteminde işler şimdilerde tersine dönüyor. Akış tüketimle başlıyor, üretimle son buluyor. Üretim bir başlangıç değil son. Tüketim bir son değil başlangıç oluyor. Üretilebilenler tüketilmiyor, tüketilebilenler üretiliyor. Değer üretme zinciri de denilen pazarlama kanalı bir montaj hattının tersi gibi çalışıyor. Nasıl ki, bir montaj hattında yüzlerce-binlerce tedarikçiden gelen parçalar birleştirilip bir araba-bilgisayar yapılıyorsa, dağıtım kanalında bir üreticiden çıkan ürünler başka üreticilerden gelen yüzlerce-binlerce diğer mallarla birlikte buluşturulup milyonlarca noktaya-müşteriye ulaştırılıyor. Bu kanal içinde herhangi bir kademede herhangi bir eleman bir ufak hareketiyle malınızın tüketilmesini engelleyebiliyor. Sistemin dişlileri şıkır şıkır çalışmazsa, araya ufak bir parazit sıkışır, bir aksaklık olursa, akış gerçekleşmiyor, o noktadan beslenen diğer organlar da, müşteriler de "kansız-malsız" kalıyor. Mallar elde patlıyor. Bu hafta Ahî Evran ve Esnaf haftası... Belli törenlerle kutlanacak ve hemen unutulacak. Yaşamak istiyorlarsa esnafımız büyümek zorunda. Girişimcilerimiz dünya pazarlarına birer "akıncı" gibi açılmaya mecbur. Her ikisinin de Ahîlik kültüründen çıkaracakları nice dersler var. Ahîlik bir örgütlenmeydi. Yiğit, Yamak, Çırak, Kalfa, Usta, Ahî, Halife, Şeyh, Şeyh ül Meşayıh mertebelerinden geçilen bir silsilesi vardı. Herkes haddini bilirdi. Ahîlik yolundakilere meslekî beceriler yanında, tasavvuf ve din bilgileri, okuma-yazma, Türkçe, Arapça, Farsça, müzik, matematik ve askerî bilgiler ile Ahîliğin anayasası öğretilirdi. Bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü gibi özelliklerin kazandırıldığı aşamalardan geçilirdi. Ulusça Ahîliği yılda bir kere cılız törenlerle anıyor ama bir yandan da Ahîlik temeline dayandıkları gün gibi aşikâr yurt dışından ithal nice örgütlerin üyesi olmakla gururlanıyoruz. Dahası, Anadolu kültürünü "Türklük halleri" diyerek "alaya alıyoruz". Son yıllarda hiç dillerden düşmeyen Sivil Toplum Kuruluşları'nın hasına sahip bir kültürün soyundan geliyor, geldiğimiz kültürü tanımıyoruz. Bir türlü "kendimiz olamıyoruz". Ah bir olabilsek!