Amerikan ağırlıklı medya insanların temel paradigmalarını sistematik olarak etkiliyor. Çaktırmadan bazı şeyleri emrediyor. Dünyayı ve başkalarını unutturuyor. Çocuklar çizgi filmlere yapışıp kalıyor. Filmlerde yansıtılan temel değerler ve bakış açıları, sonradan eğitimle de sopayla da değiştirilemiyor. Düşünce ve inancın temel taşları olan bazı "semboller" bu yoldan zihinlere yerleştiriliyor. İnternette durum biraz daha değişik. Altyapının müsait olması sayesinde, gençler, gruplar (cemaatler) oluşturup aralarında, mektup, müzik, resim, şaka-gırgır, ödev, proje, ders notu ve benzeri şeyleri paylaşmayı öğrendiler. Bu bir hayat tarzı oldu. "Paylaşmayı profesyonel amaçlarla kullanamaz mıyız?" fikrinden yola çıkan Paul Christ isimli biri, Açık Pazarlama Projesi, APP, adını verdiği bir konu önermiş. Hoşuma gitti. Sizlerle "paylaşayım" istedim. Kapalı kapılar arkasında iş yapılan bir dünyadan, açık fikirli insanlar dünyasına doğru bir gidiş var. Açık kaynak kodlu geliştirme yöntemine dayalı Linux, kodunu gizleyen Microsoft karşısında çaktırmadan büyük başarılar elde edebiliyor. Açık Pazarlama Projesi'nde, "Göç yolda düzülür" ve "her çiçekten bal" tarzı bir yaklaşım uygulanıyor. Mesela, yeni bir dergi yayınlayacaksınız. Veya yeni bir TV programı geliştiriyorsunuz. Paylaşma ve demokrasi kültürünü hazmedememiş bir ortamda bu nasıl başarılır? Şöyle yapılır: Fikrin sahibi kişi, kafasındaki dergiyi dergide istihdam edeceği insanlara dikte eder, ekip de bir şablon dahilinde emirle dergiyi hazırlar. Son aşamada dergi, okuyucunun önüne "pat" diye atılır, yeni bir emirle müşterilere "bu dergiyi oku!" denir. Halbuki, daha "insanî" bir yaklaşım olarak APP daha iyi sonuçlar verebilirmiş. İddia böyle. APP, mesela dergi örneğinde, şöyle uygulanır: Dergi fikrinin sahibi, bu fikrini önce yakın çevresindekilere açar. Bir güzel anlatır. Bu kişinin çevresindekiler çoğunlukla, onu seven, onun başarısını isteyen, belki de başarısından pay alan insanlar olacağından, bunların her biri, kendi açısından dergi fikrine çok değerli katkılarda bulunur. Bu katkılarla birlikte proje yeni bir şekil alır. Böylece proje daha fikir aşamasındayken bile zenginleşmiş, taraftar kazanmış olur. Daha sonra bu fikir, dergiye fiilen katkısı olacak insanlara anlatılır. Düşünceleri, hayalleri, önerileri ve tasarılarıyla birlikte yazarlar, editörler, grafikerler, muhasebeciler, reklamcılar, halkla ilişkilerciler, projeye yeni renkler ve yeni değerler katarlar. Bu insanlar bir yandan da, projeyi hayallerinde süsleyerek yavaştan ona "âşık olmaya" başlarlar. Proje olgunlaştığında sıra, müşterileri de fiilî ve duygusal olarak işin içine katmaya gelir. Aslında geliştirme sırasında bazı müşteriler fikir ve değerlendirmeleriyle katkıda bulunmuşlardır. Ama bu yetmez, pazardaki diğer müşteriler de bir şekilde katılıma davet edilmeli, firma, ürün veya marka etrafında paylaşan bir grup oluşturmaları sağlanmalıdır. Neticede ortaya çıkan proje herkesin projesidir ve bu insanların hayatlarının paylaşılan bir parçası olmuştur. Paylaşma ve demokrasi kültürünü bir işletme çerçevesinde değilse bile, Ankara'daki bazı koltuk sahiplerine uygulatabilmek, elbette çok çok daha zor. Paylaşmayı bilirsek, ikisinin de üstesinden geliriz. Ülkeler üstü uzlaşmalarla şekillenen yeni bir Avrupa'nın kapısında bulunduğumuz şu dönemde, paylaşmayı ve katılmayı esas alan oyunlara, oyuncaklara, çizgi filmlere ve aklı başında bir TV-sinema endüstrisine ihtiyacımız var. Bir de kafayı bu paylaşma fikrine takacak, bunun aletlerini geliştirecek bilim adamlarına...