Gündem futbol. Yarı finali iple çekiyoruz. Altın ayaklardan bizleri sadece manşetlerde değil her alanda birleştirecek yeni zaferler bekliyoruz. Yarışanları, kapışanları, dövüşenleri seyretmek, kendini taraf hissetmek, birini alkışlamak, diğerini yuhalamak, yenince sevinmek, yenilince yıkılmak... İnsan tabiatı asırlardır değişmedi. İnsan, oynamaktan çok seyretmekten hoşlanıyor. Üretmekten çok konuşmayı tercih ediyor; beyninden çok çenesini, çenesinden çok elini, elinden çok ayağını yoruyor. Ayakların konuştuğu futbolda top bazen iğnenin deliğinden geçiyor; bazen han kapısı gibi koca kalenin dibinden dışarı atılıyor. Futbolda 120 dakikada üç-beş gol atılıyor; 40 dakikalık basketbolda elle oynanan daha kocaman bir top minicik bir halkaya yüzlerce kere giriyor. Futbol, basketbol fark etmiyor, her ikisinde de, beynini kullananlar hepsinden ve herkesten fazla kazanıyor. Tıbben sabit, beyinden gelen komutlar ellere daha hızlı ulaşıyor, ayaklara gecikmeli varıyor. O yüzden, ayaklar ayarsız, eller isabetli atış yapıyor. Maç kazanmak isteyen, futbola devam etsin. Çok gol atmak isteyen basketbola geçsin. Ama daha çok kazanmak isteyen, "beynini kullansın", stratejisini değiştirsin. Pazarlama önceleri "ayak işi" olarak başladı. Tacirin-tüccarın-pazarcının yaptığı şey, "tabana kuvvet" bir yerlerden alıp birilerine satmaktan ibaret idi. Hatta bir baltaya sap olamayanlara "bari pazarlamacı ol" bile dendi. Sonra, "el işi"ne geçildi. (Elin-başkasının işi anlamına da gelir.) Pazarlamanın öğrenilebilir, bilgi, yetenek ve beceri gerektiren ve çok kazandıran bir alan olduğunun farkına varıldı. Toplam kalite, müşteri ilişkileri yönetimi, vesaire gündeme geldi. Daha sonra, pazarlamanın bir "beyin işi" olduğu anlaşıldı. (Aynı zamanda "bey"in işi anlamına da gelir.) İşine, ürününe, ekibine, stratejisine, faaliyetine beynini, o da yetmez, gönlünü ve ruhunu katarak, müşterilerin gönüllerinin fethi gündeme geldi. Altın ayakları kutluyor, ellere, beyinlere kuvvet diyoruz. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)