Bâri tadıyla yaşayalım

A -
A +

ÖSS tercihlerinin yapıldığı şu sıralar, paralı üniversitelerin rektör, dekan ve öğretim üyeleri ile halkla ilişkiler çalışanları hummalı bir faaliyet içindeler. "En iyisi bizimki" yarışındalar. Ekranlar ve gazeteler üniversite tanıtımından(!) geçilmiyor. İş garantisi bile vaad edeni var(dı). Kurslardan, testlerden başı dönmüş gençler şimdi bu havayla tercih listelerini oluşturuyorlar. Her kafadan bir ses, herkesten bir öneri. Gençlerin işi zor. Tercih sırasında "Hangi okul en iyisi?" doğru bir soru değil. Doğrusu, "Hangi okulu seçersem, hayatım boyunca daha başarılı ve daha mutlu olurum?" sorusudur. Gençler "Hangi okulda, kendimi geliştirmem için daha fazla fırsat ve imkan bulabilirim?" sorusuna kafa yorsunlar. Bir yandan meslek, bir yandan da okul seçilecek. Her okul belli bir mesleğe hazırlıyor gibi görünüyor. Meslek okulları için bu doğru olsa da, üniversiteler "evrensel bilgi" merkezleri olarak gençleri çok çeşitli mesleklere hazırlamak iddiasındalar. Teorik olarak bu böyle. Pratikte ise, üniversitelerde temel eğitimi bile tam almayan, hayat bilgisinden habersiz, genel kültürü düşük, toplum içinde nasıl davranması gerektiğini bilmeyen, kendi kültüründen bile uzak, Türkçe'yi doğru dürüst konuşamayan, bilimin temel ilkelerini öğrenemeyen kuşaklar yetişiyor. Okullar da, gençler de standart değil. Öğrencinin iyisi kötüsü olmadığı gibi okulların da iyisi kötüsü yok. Fark, öğrenciye kazandırabildiklerinde. İlk on bine giren öğrenciler iyidir, sonrakiler kötüdür denemez. Kendini tanımak, neyi yapmak istediğini iyi bilmek daha önemli. Anne-babanın ve çevrenin tercihleriyle gencin ilgileri birbirine uymayabiliyor. Anne-babanın duygusallığını, yakın çevrenin ve ilgili alandaki uzmanların görüşleriyle dengelemek iyi olur. Bir okul bitirmekle meslek sahibi olunmuyor. Tıp fakültesini bitiren bir doktor TUS'daki ilk yüzde ona giremezse uzman olamıyor. Uzman değilse ilerleyemiyor. Artık kuru bir diploma yetmiyor. Diplomalılar arasında fark atmak gerekiyor. O farkı ortaya çıkaracak özellikler ve kabiliyetler üzerinde yoğunlaşmak icap ediyor. Mesleğe ait bilgiler işteki başarıyı ancak yüzde onbeş mertebesinde etkiliyor. Geri kalanı, insan ilişkilerinde, çalışkanlıkta, kararlılıkta, sabırda, stratejilerde, planlarda, üretkenlikte, verimlilikte ve öğrenme becerisinde yatıyor. Gel gör ki, okullar gençlere bunları yeterince veremiyor. Devir, bilgi kadar bir sürat devri. Bugün geçerli olan konular yarın işe yaramayacak. Her işte ve görevde işi ve görevi yeniden öğrenmek gerekecek. Bilgili olmak yetmiyor, başkalarından daha hızlı olmak lazım. İnsan ne kadar çabuk öğrenebilirse o kadar farklı oluyor. Ben gençlerin yerinde olsam "öğrenme hızımı arttırmada bana en fazla yardımı olacak okul"u listenin başına yazardım. Taban puanları "sürü davranışıyla" yükselip alçalıyor. Bir fasit daire işliyor. Bir dönem fazla tercih alanın puanı yükseliyor, puanı yükselen okul bir sonraki sene daha fazla tercih alıyor ve dolayısıyla puanı daha da yükseliyor. Taban puanının yüksekliği onun "iyi" bir okul olduğunu göstermediği gibi, tersi de doğru değil. Üniversitelerde nice "yalancı şöhretler", okullarda nice "isimsiz kahramanlar" var. Gençler! fazla dert etmeyin. Disiplinler ve meslekler arası geçişlilikler ve iş birlikleri giderek kolaylaşıyor. Bugün bir disiplinde başlayıp, yarın başka bir alana kaymak ihtimali hiç de az değil. Bizim mühendisler yıllardır bankacılık yaptılar. Benim gibi mühendislikten pazarlamaya geçenlerin haddi hesabı yok. İşin bir de sevgi yönü var. Sevdiği işi yapan işini seviyor, işini sevince iş de onu seviyor. Bir tek hayatımız var. Bari tadıyla yaşayalım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.