Dava, darbe, dalga, kriz, eğlence... Onlarca yıldır sanki aynı filmleri tekrar tekrar seyrediyoruz. Buna pazarlama da dâhil. O hâlâ peynir gemisi sanılıyor. Firmalar dahi pazarlamayı tam anlayamadı. Pazarlama (siyaset ve ülke yönetimi) ağzı laf yapan şampiyon satıcılar mesleği olmaktan kurtulamadı. Ruhunda insana saygılı bireylerin topluca başaracakları bir büyük oyun haline geldiği henüz anlaşılamadı. Tıp gibi, pazarlama dünyası da günbegün dallanıyor, yeni uzmanlık alanları beliriyor, tüketici-müşteri davranışının yeni yönleri ortaya çıkıyor. Ne yazık ki, firmalar, bu yeni uzmanları hazmedemiyor, şirketlerinin başına hâlâ pazarlamayı hafife alan eski kafalı yöneticiler atıyorlar. İşletme için elbette her disiplin önemli. Biri aksarsa şirket yaşayamıyor. Dümeninde dünyadan, pazarlardan ve pazarlamadan anlayan yöneticileri olmayan gemiler (firmalar, ülkeler) rota kaybediyor, karaya oturuyor. Her gün değişen pazar/dünya şartlarına ayak uydurabilmek için, işin bütününü gören ve ekibine gösteren etkili şeflere ihtiyaç var. Dünya değişiyor ve şirketlerde bile tek otorite devri kapanıyor; kuvvetler ayrılığına dayalı, sıfır hiyerarşili, demokratik dengelere dayanan yeni modeller gelişiyor. Hiçbir disiplin ve güç diğerinden üstün davranamıyor. Güç ancak müşteriye/halka dayanarak ve ona hizmetle kazanılıyor. Çatlak sesleri önleyen, hedef gösteren, icrada ahenk tutturan, dümencilere, orkestra şeflerine, reislere, CEO'lara, müdürlere ihtiyaç artıyor. Bedeninden, ruhundan, duygularından ve beyninden gelen kendi iç sesini demokratça dinleyemeyen; aile içinde ben bilirim havasında davranan; meslektaşlarıyla yapıcı iş birliğini değil sadece yıkıcı rekabeti düşünen; kendini güçlü sanan ve güçlüye yaltaklanan; başkasına tahammül ve ötekini hazm edemeyen; firmasında ve ülkesinde demokratik güçler dengesini bir türlü kuramayan; her işin ayrı bir orkestra şefi olacağını düşünemeyen; onları takmayan, kabullenemeyen; başına buyruk insanlarla işimiz hiç de kolay görünmüyor. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)