"Bekleme yapmayın"

A -
A +

Milletçe ben diyeyim aylardır, siz deyin yıllardır belli tarihleri bekliyoruz. Şimdi 17 Aralık'a odaklandık. Yoğun trafik içinde yol bulmaya uğraşırken, trafik devriyesinden "Bekleme yapmayın! Bekleme yapmayın!" anonsunu duydukça tebessüm ederim. "İniş yapmak", "Çıkış yapmak", "Ütü yapmak", "Dikiş yapmak" "...ş yapmak" işlerini hatırlarım. Sanki inmek, çıkmak, ütülemek, dikmek, tek başlarına yetmiyor, yanlarına bir de "yapmak" fiili ekleniyor. Bendenize öyle geliyor ki, birileri, "bekleme"nin çağrıştırdığı pasifliği şuur altımızda gizlemek için, sonuna, aktivite çağrıştıran "yapmak" kelimesini muzipçe ekleyivermiş. Bir şeyler yapıyoruz gibi görünmemiz için. Beklemelerimiz pek çok. Hangisinden başlayalım? Küçükken çocukların büyümelerini bekledik. Küçüğü, bir süre askerlik "bekleme modunda" durdu. Dünden itibaren, yeni lakabı "Havacı Murat" ile birlikte "tezkere beklemeye" başladı. Yakında evlenmelerini bekleriz. Havaalanında, otogarda, istasyonda yolcu bekleriz, ya da alıştığımız ağızla, "bekleme yaparız." Bankada, hastanede, vergide, gişede, sırada bekleriz. Randevularımızı bekleriz. Ders bekleriz, hoca bekleriz. Başkalarından değişmelerini bekleriz. Ama bizden, evvela kendimizi değiştirmemizi istemelerini beklemeyiz. Müşterilerimiz beklettiğimiz anları unutur, "müşteri bekleriz". "Dağ sana gelmez, sen dağa gitmelisin", demeyiz. "Müşteri sana gelmiyorsa, sen müşteriye gitmelisin", "Gitmediğin müşteri, senin değildir" sözlerini kulaklarımıza küpe etmeyiz. Beklerken ve beklemek zorundayken, bekleme süresini bir işe ve verimli bir hale dönüştürmeyi düşünmeyiz. Siyasî, ekonomik, sosyal veya kültürel mânâda etraf toza dumana bulanır, göz gözü görmez olur, her kafadan bir ses çıkar, biz hâlâ oturur, hiçbir şey yapmadan ortalığın yatışmasını "bekleriz." "Gidişatı bir görelim" der, bekleriz. "Gidişatı tahmin edelim, ona göre şimdiden pozisyon alalım" demeyiz. Millet olarak, hep bir şeyler bekledik. Beklemek hayat tarzımız oldu. Dış yardımları bekledik, teşvikleri bekledik, turistleri bekledik, bekledik de bekledik. Hâlâ "beklemedeyiz." Beklemek, başkasına tâbi olmaktır. Bekleten bekleyenden efdaldir, üstündür, baskındır. Beklemek/bekletmek, güç dengesini yansıtır. Bekleyen, bekleteni beklemeye değer bulduğu için bekler. Ona saygısının ispatıdır, beklemek. Bekleyen taraf, güç algılamasının değiştiği, kendini daha güçlü hissettiği bir anda, beklemekten vazgeçer. Bekleten taraf, gücüne dayanıp naz yapabilir. Ama aşırıya giderse "Çok naz âşık usandırır." Beklemeye değecekse, beklemeli ve beklemeyi değerlendirmeli. Değmeyecekse, hemen çekip gitmeli. Bizim meslekte ilk kural, "Müşteriyi bekletmeyeceksin". Ama ikinci bir kural daha var: "Müşteri beklemeyeceksin." Müşteriyi nasıl çekeriz diye düşünecek, elleri, ayakları, kafaları çalıştıracaksın. Niye hep biz başkalarını bekleriz de, başkaları bizi beklemez? Niye beklenen olamadık da hep bekleyen olduk? Başkalarını bekletmeyi hiç denedik mi? Hiç, "beklenen olmak" için ufak-büyük adımlar attık mı? Bekleyen değil, bekleten taraf olmak, kuru bir kibir ve benlik gösterisiyle mümkün değil, elbette. Böyle "tafraları" ne müşteriler, ne düşmanlar, ne de dostlar yutuyor. Nerede, ne zaman, hangi konularda, sabırla bekleyeceğimizi; hangi konularda, ne zaman ve nerede hiç beklemeyip, "alıp başımızı gideceğimizi" dost düşman herkese anlatabildik mi? Karakter ve kişilik sahibi güçlü markalar, firmalar ve ülkeler, müşterilerine, rakiplerine, dostlarına, düşmanlarına, "neyi yapıp, neyi yapmayacaklarını" iyice belletmişlerdir. Beklenen taraf olabilmek için işte slogan: "Bekleme yapma! Hareket yap!".

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.