Bir Millî Egemenlik Haftası'nı daha idrak ettik. Yıllardır, siyasal egemenliğimiz yanında ekonomik egemenliğimizi de kazanmak için nice modeller denedik. Bu ikisinin yumurta tavuk gibi olduğunu, uluslar arasında bir yarış gibi yaşandığını fark ettik. Siyasal konular beni aşar, alanım değil. Ben sadece, egemenlik, hâkimiyet, güç ve söz sahibi olmak, sözünü geçirmek, kural koymak, borusunu öttürmek gibi konuları düşüneyim istedim. Önce en ufağından başladım. Mesela bizim evde kimin sözü geçiyor? Bir de ne göreyim, bizim evde "Minnoş"un sözü geçiyormuş. Ev halkı da, hatta yakınlarımız da hayatlarını tanzim ederken, Minnoş faktörünü dikkate alırlarmış. Bir kere, evden uzun süre ayrılamıyormuşuz. En az bir kişi kalacak ki, hiç değilse sabah akşam Minnoş'un yiyeceğini ve suyunu tazelesin, tuvalete çıkarsın. Beraberimizde götüremiyoruz. Hem Minnoş bundan hoşlanmıyor, hırlıyor, hem de gittiğimiz yerler kedi kabul etmiyorlar. Kedi pansiyonuna müşteri olacak kadar da ileri gidemedik, henüz. Kimlerin misafir geleceğine de Minnoş karışıyor. Onun hoşlandığı, geldiklerinde yanaşıp kur yaptığı kedisever misafirlerimize kapımız her zaman açık; kedi görünce çığlığı basan, çığlığı duyunca Minnoş'un da hırladığı misafirlere kapalı. Geliriz ama bir şartla diyorlar. Şart malum. Minnoş hapsedilecek. Misafir gittikten sonra saatlerce Minnoş'un hırçınlığının geçmesini beklemek de cabası. Bütün bunlardan sonra kalkıp "evde benim sözüm geçiyor" diyemiyorum. Evden çıkıp işe gidiyorum. İş yerinde kimin borusu ötüyor? Herkesin "ibrikçi başı" olduğu bir konu varsa da, bütün bunların üstünde asıl egemen kim? Firmalarda kimin borusu ötüyor? Patronun mu, müdürün mü, çalışanların mı, tedarikçinin mi, müşterilerin mi? Egemenlik, para-pul, ham madde, insan ve doğal kaynaklar vesaire gibi güçlerden mi, tedarikten mi, üretimden mi, satıştan mı, pazarlamadan mı, yoksa bilgiden mi kaynaklanıyor? İş dünyasında sözünü geçirebilmek, dediğini yaptırabilmek, başka firma, kişi ve kuruluşları "susta durdurabilmek" için neye sahip olmak, neleri "konuşturmak" gerekiyor? İşletmeciliğin tarihine baktığımızda, bütün bunların zaman zaman, sonunda müşteriye kadar uzanan "değer zincirine" kimin hâkim olacağını, bunu kimin yöneteceğini belirleyebildiğini görüyoruz. Yani, bunların her biri, ayrı ayrı veya toplu bir şekilde bir firmanın başka firmalar üzerinde "söz sahibi" olmasına imkân veriyor. Bir bakıma, iş dünyasında güç, zaman zaman el değiştirebiliyor. Son zamanlarda "organize perakendeciler"in dağıtım zincirine giderek daha fazla hâkim olmaya başlamalarını bir hatırlayın! Zaman içinde güç, üreticiden perakendeciye kayıyor. İnşallah, "müşterinin borusunun öttüğü" günleri de göreceğiz. İş dünyasında egemenlik henüz tam olarak "tüketici-müşteri"ye, yani halka kadar ulaşamadı. Zira bazı istisnaları dışında, firmalarımızın "Pazarlama Zekâları" henüz o kadar gelişmedi. Firmalar hâlâ gücün gerçek kaynağının "müşteriler" olduğu gerçeğinin farkına varamadılar. "Müşteriler" de kendilerinde bir güç olduğunun idrakinde değiller. Harcadıkları her YTL'nin aslında kendi borularını öttürdükleri bir oy anlamına geldiğini göremiyor, düşünemiyorlar. Alışverişte, pazarların uğultusu içinde, esen rüzgârların ve cazgır satıcıların havasına kendilerini de, cüzdanlarını da kaptırıyorlar. Gazeteciliğin "dominant olan haber olur" kuralının benzeri bir süreç pazarlarda da yaşanıyor; sesi çok çıkan, "satışı kuvvetli" firmaların ve oyuncuların propagandası etrafı kasıp kavuruyor. Egemenlik beyinlerde başlıyor, beyinlerde bitiyor. Beyinlere giren, pazarlara; pazarlara giren, ülkelere giriyor. Beyinlerimizin kıymetini bilelim. Beynimize ve cüzdanımıza dikkat edelim. ..... (36 yaşındaki 'Türkiye' ailesine hayırlar diliyorum.) > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)