Üniversiteler yeni ders yılına bol cüppeli, bol konuşmalı törenlerle başlıyorlar. Bu yıl, tribünlere mesaj veren, hazır fırsatını bulmuşken, vatan kurtaran edalarla iktidarlara höt diyen eski rektörlerden kaç tane kalmış göreceğiz. Üniversitelerin bağımsız araştırma ve eğitim kurumları olmaktan ziyade, devletin ideolojik aleti olarak yasayla tasarlandığı bir Türkiye'de bu havaları da çok görmemek lazım. Ülkenin kalkınması ve geleceğe hazırlanması bakımından üniversitelerin ağır sorumlulukları var. Üniversitelerin temel görevi toplumun önünü açacak bilgiler üretmek, girişimci, dinamik, üretken gençler yetiştirmek. Ama biz hâlâ Üniversiteyle Yüksek Okulu, Fakülteyle Meslek Okulunu birbirine karıştırıyor, üniversitelerin asıl işinin insanlara iş ve meslek kazandırmak olduğunu sanıyor, kuru hamasetle ve siyaset kokan hareketlerle vaziyeti idare ediyoruz. Üniversitelerimiz, ne yazık ki, asıl işlerinin bilim üretmek ve yaymak olduğunu çoğu kez unutuyor; görevlerini, zaten üretilmiş ve hızla eskimekte olan bilgileri öğrencilere aktarmaktan ibaret görüyorlar. Üniversiteler araştırma-geliştirme ve bilim merkezleri olmaktan çok, yüksek muallimlerin ders verdiği dershaneler gibi çalışıyor. İlk ve orta öğretim sıralarında merakı körletilmiş, ezberle, şık seçerek sınıf geçmiş, test becerisiyle bir fakülteye girebilmiş, neyi, nasıl ve neden yapacağını bilemeyen, hayatın gerçeklerinden kopmuş gençleri üniversite eğitimiyle geleceğe hazırlamak elbette kolay değil. Ama işe bir yerlerden başlamak gerekiyor. Üniversiteler, 4-5 yıllığına emanete aldıkları gençleri gerçekten geleceğe hazırlamak istiyorlarsa, başkalarından önce kendilerine çekidüzen vermeliler. Öğretim üye ve yardımcılarının kalitesini acilen yükseltmeye ihtiyaç var. Yerli kaynaklardan tedariklenenler ve göstermelik yayınlarla alınan dereceler bu bakımdan yeterli olmuyor. Üniversitelerimiz üniversitecilik oynamaktan kurtulup, gerçek birer üniversite olmaya bakmalılar. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)