Çadırının üstüne...

A -
A +

Referandum sonrası Kıbrıs'ta ortaya çıkan son durum üzerine tartışmalar ve yeni pozisyonlar için ayarlamalar sürüp giderken, gündeme yeni yeni konular da giriyor, eskiyenler çıkıp gidiyor. Sıcak gündemle ilgisini kuramayabilir ve hatta bu köşeyle alakasız da bulabilirsiniz, ama benim dikkatimi çeken bir haber bana bu yazıyı yazdırdı. Haber, "Çadırıyla geldi" başlığıyla verilmişti: "15 yıl sonra ilk defa Avrupa'ya giden Libya lideri, kendisine bir şato tahsis edilmesine rağmen, yine çadırından vazgeçmedi. Ülkesinden getirdiği çadırı şatonun bahçesine kuran Kaddafi, Brüksel'deki temaslarını buradan yürütecek." Ona bu akılları kimlerin verdiğini bilemem, ancak, kamuoyu, medya ve halkla ilişkiler konularında kendi çapında anlamlı işler yaptığını söyleyebilirim. Politika bilimi açısından değerlendirmesini, "eksantrik lider"in bu hareketiyle ne demek istediğini işin uzmanları incelesinler. Merakın işi gücü yok, zihnime takıldı. Acaba diyorum, Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer, Avrupa Birliği başkentine bir ziyaret yapsaydı nasıl davranırdı? Nerede kalırdı? Avrupa Konseyi Başkanı Prodi ile nasıl el sıkışırdı? El sıkışırken nereye bakardı? Görüşmelerinde nasıl oturur, nasıl ayakta durur, nasıl poz verirdi? Hele hele, basının önünde resimler çekildiği sırada, nereden çıktığı bilinmeyen birisi kendisine zarf vermeye çalışsaydı, yüzü ve duruşu ne şekil alırdı ve o anda nasıl bir tepki verirdi? Doğrusu bunları çok merak ediyorum. Bir yandan da, Cumhurbaşkanımızın AB başkentine yapacağı bir ziyaret, yerli ve yabancı basında ne çapta yer bulurdu, bunu da merak ediyorum. Protokol ince bir iş. Kimin kimi ziyaret ettiği, kimin kimi kabul ettiği bile önemli oluyor. Kimisi ziyaret eder, kimisi de birilerinin ziyaretini kabul eder. Bunları birbirine karıştırırsanız size kızarlar. Skandal çıkar. Acaba diyorum, çöl ve petrol ülkesinin başı, Avrupa'nın başkentine kendi çadırını da götürmekle, ziyaret etmiş göründüğü Prodi'yi, kendi evinde (pardon çadırında) "kabul etmiş" pozisyonuna sokmuş olmuyor mu? Bir mana veremediğim acayip kıyafeti, yanından eksik etmediği "kadın korumaları" ve uçak merdivenlerinde verdiği kasım kasım pozları olmasaydı, basının ve kamuoyunun dikkatlerini bu derecede çekebilir miydi? İletişim biliminde mesajları doğrudan göndermektense sembollere yüklemek, pazarlamada ise ürünleri ve mesajları gönüllü olarak taşıyacak aracılar kullanmak tavsiye edilir. Böylece "az emekle çok iş" yapılmış olur. "Memnuniyetinizi dostlarınıza, şikayetinizi bize bildiriniz" sözü de bu gerçeği yansıtır. Müşterinin mağazanıza, işyerinize gelmesi ile, sizin müşterinin yerine, mağazasına gitmeniz arasında belli bir avantaj farkı vardır. Ayağına gittiğinize göre ona ihtiyacınız var demektir. Eliniz bir miktar mahkumdur. Fazla kozunuz kalmamıştır. Ama ayağınıza gelene biraz daha "naz yapabilir", varsa gücünüzü kullanabilirsiniz. Müşterinizle el sıkışırken bile, elinizin altta kalmamasına, müşterinin elinin üstüne çıkmasına dikkat etmeniz tavsiye edilir. Böylelikle müşterinize "gizliden gizliye bir üstünlük mesajı" vermiş olursunuz. Müşterinize sözlerinizle "ağam, paşam, muhterem, muhteşem" derken, tavrınız ve hareketlerinizle, alttan alta, "işte şimdi elimdesin" diyebilirsiniz. Haa, bir de şunu merak ediyorum. Gelecek haftalarda veya aylarda, Afrika'dan yeni haberler alacak mıyız? Uzun zamandır "kara kıta"dan pek ses çıkmamıştı. Çadır-madır derken dünyanın o köşesinde bir şeyler pişiriliyor olmasın?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.