Geçen hafta yaşanan bir sponsorluk deneyimi, iş, reklâm ve medya ilişkilerini biraz gün ışığına çıkardı. Kuyruğuna basmak, ümüğünü sıkmak, şantaj, tehdit gibi tabirler konuşuldu. Bunların temel iş modeli olarak bazı kişi ve firmalarca yıllardır uygulandığı yazıldı çizildi. Büyük bir firma "iki ucu kirli değnek" durumunda kaldı. Eğitim, tabiatı icâbı, "normatif" oluyor. Büyükler, öğretmenler, eğitmenler, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyor ve küçüklere, astlara, öğrencilere bildiriyor, belletiyorlar. Pazarlama eğitimlerinde "müşterinize ve rakibinize saygı duyun, onları konuşturun, iyi dinleyin" diyoruz. Hatta daha ileri gidip, "size söylemediklerini de söyletmeli, derin dinlemelisiniz" tavsiyesinde bulunuyoruz. "Sizin söyletemediğinizi onlar rakibinize veya başka müşterilere söyleyecektir, aman dikkat!" deyip, uyarıyoruz. Rakibinize, müşterinize şantaj yapın, onu köşeye sıkıştırın, gözünü bağlayın, seçeneklerini sınırlandırın, tehdit edin, çamur atın, kandırın, aldatın demiyoruz. Lakin hayat hiç de güllük gülistanlık yaşanmıyor, galiba. Bakıyoruz, normalin dışına çıkanlar, şirretler kazanıyor, ödüllendiriliyor; nazikler, kurala, kitaba uyanlar kaybediyor. Futbolda bile, usturuplu bir şekilde kuralları zorlayan, hakeme çaktırmadan rakibe çakarak golü atan oyuncular alkışlanıyor. Ona buna çirkef atanlar, "müşteriyi köşeye kıstırmaz, zorda ve darda bırakmazsan kurtların cirit attığı bu piyasada iş yapamaz, başarılı olamazsın" demeye getiriyorlar. Karda yürüyüp izini belli etmemek de ayrı bir hüner sayılıyor. "Ne yapalım, herkes böyle", "piyasa bunu gerektiriyor" gibi bahaneler de cabası. Kılıçların çekildiği, tarafların birbirlerine şerefsiz, müfteri, yalancı, utanmaz, şantajcı gibisinden ağır kelimelerle ithamlarda bulunduğu siyasî ve ticarî olaylar henüz unutulmamışken, birilerinin "ne bal yemiş, ne de..." pozlarını görünce anlıyoruz ki, çirkefe düşmemek, çirkeften kurtulmak kolay değil. Sahiden, çirkeflik şart mıdır; şirretlik bir hak mıdır? >> (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)