Elektronikleşen hayat, dünyayı şeffaflaştırıyor. Milyarlarca insan, ellerinde telefon, kamera, kayıt cihazı, internet olmadan yaşayamıyor. Her tık bir işlem, her hareket bir kayıt. Sürekli izler bırakıyoruz. Âdeta salyangoz gibiyiz. Kim, nerede, ne yaptı, ne kadar kaldı, nereden gelip, nereye gitti, ne okudu, ne yazdı, ne konuştu, ne dinledi, hepsi kaydediliyor. Kullandığımız yazılımlar, donanımlar, sunucular, hizmet aldığımız kurumlar, kişiler ve devlet, hakkımızda nice veriler alıyor, biriktiriyor, değerlendiriyor. Rakam, kelime, ses, görüntü, sinyal, hiç fark etmiyor. Bir işe yarayacak her şey kaydediliyor, aranıyor, bulunuyor, işleniyor ve iletiliyor. Farklı kaynaklardan değişik amaçlarla toplanan veriler kurumlar arasında paylaşılıyor, birleştiriliyor, anlamlandırılıyor, çarpıcı bilgilere dönüştürülüyor. Bir haber, bir görüntü, bir ses, bir cümle, bir slogan, bir kelime, doğru zamanda, doğru insanlara iletildiğinde dünyayı yerinden oynatabiliyor. Elektronik izler ve dijital veriler o kadar değerli ki, pazarlamacılar dâhil, kitleleri, ülkeleri ve dünyayı etkilemek isteyen hemen herkes dijitalin gücünden yararlanmaya bakıyor. Esas görevi insanları etkilemek olan kişi ve kuruluşlar, bilgi ve iletişim temelli bu yeni dünyanın imkânlarını sonuna kadar kullanmaya kararlı görünüyorlar. Dünyanın değiştiğini fark edemeyenler ise dijital savaşları da, yeni silahlarını da göremiyor, kullanamıyor, geri kalıyorlar. Güçlü devletler hem bu gücü kullanıyor, hem de dijital silahlara karşı kendilerini korumak için güvenlikten taviz vermiyorlar. Buna rağmen yine de korkuyorlar. Bizim, firmalar, kurumlar ve kişiler olarak dijital bir savaşa girecek halimiz yok elbette. Biz ancak, şahsımızı, yakınlarımızı, sevdiklerimizi, işimizi, kurumumuzu, geleceğimizi koruyup geliştirmeye, dijital belalara düşmemeye çalışabiliriz. Ne mi yapabiliriz? Bizce, gerçek pazarlamanın, gerçek pazarlamacıların şu düsturu işe yarayabilir: Dürüst ol, müşterini sev ve çok çalış! > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)