Doğrular, doğruyu bilir

A -
A +

Doğru, iki noktayı birleştiren en kısa geometrik şekildir" desek, bu memlekette buna bile karşı çıkanlar olur. Bir de siyasette, iş hayatında ve pazarlamada doğruyu arayan insanların halini düşünün. Bu memlekette, beş yıldır, cumhurun başına "doğru insan" aranıyor. Bir türlü bulunamadı. Aday bulundu seçilemedi. Neler olacak, göreceğiz. Olup bitenlere bakınca, bir işin, bir ekibin, bir departmanın, bir şirketin, bir holdingin başına kimin atanacağının önemini bir kere daha idrak ediyoruz. Sembolik etkileri bir yana, demek ki, "bir kişi gelir her şey değişir, bir kişi gider her şey biter", gibi bir durum var. Koltuklarını doldurabilseler de, dolduramasalar da... Doğru nedir? Doğruyu, doğru adamı nasıl bulacağız? Bulduğumuzun doğru olduğunu nereden anlayacağız? Doğruyu ararken, kime göre, ne açıdan, neye göre, ne zaman, neresi doğru gibi sorular sormak doğru mu? Yoksa hakikî bir doğru, bütün bu sorulara da cevap mıdır? Doğru hep doğru mudur, bazen doğru bazen eğri midir? Doğru geçici midir? İzafî olan doğru mudur? Doğru mutlak mıdır? Doğru nerededir? Karakolda, mahkemede midir? Hangi mahkemededir? Bana göre, ona göre, şuna göre, buna göre, o şartla, bu zamanda denilemeyecek, kıyamete kadar ve sonrasında geçerliliğini her yerde ve hep koruyacak doğrular da yok mudur? Dünya kavgaları, geometrik bir hatadan, bir noktada durup o noktadan bir doğru geçirme gayretinden çıkıyor. Bir noktadan bir değil sonsuz doğru geçeceği, doğru için iki nokta gerektiği unutuluyor. Bir ucunda firmanın, diğer ucunda müşterisinin durduğu pazarlama dünyasında da doğrunun ne olduğu sürekli tartışma konusudur. Firma içi çekişmelerin altında, yöneticilerin, çalışanların, tedarikçilerin, satıcıların, kısacası firmayla bir şekilde bir paydaşlığı olan herkes ve her kesim arasında açık veya gizli "doğru karar" tartışmaları sürekli yaşanır. Bu noktada pazarlama doğruyu eğriden ayırmak için bize hoş ve basit bir kriter sunuyor: Pazara ve müşteriye bakacaksınız! Doğru işi, doğru adamı, doğru kararı, doğru pazarı ararken, firmayla bağlantılı herkes kendine şunları sormalı: Ben müşterim için mi varım, yoksa onlar mı benim için varlar? Onları, hizmet edilerek gönülleri kazanılacak birer dost, iş ortağı, arkadaş, aileden biri, komşu olarak mı görüyorum? Yoksa hepsini birer düşman, yolunacak birer kaz, birer alet olarak mı görüyorum? Yarınlarda da onlarla geçinebilir miyim? Siyasetçilerimiz, bürokratlarımız, firmalarımız ve pazarlamacılarımız hepsi halkı mutlu etmekle görevliler. Bunlar şimdiye kadar bizi, halkı ne kadar mutlu edebildiler? Asıl görevlerini ne derecede başarabildiler? Durum ortada. Fukaralığımız bizim beceriksizliğimiz mi? Yoksa biz saf mıyız? Çalışıp kazanıyor, ama başkalarına mı kaptırıyoruz? Fikrimiz, emeğimiz, terimiz başkalarına mı yarıyor? Bizi bizim pazarlamacılar mı, yoksa başka ülkenin firmaları mı doyuruyor? Pazarlar kimlerin mallarıyla dolu? Bu malları bizim hayrımıza mı kapımıza yığdılar? Bizi sevdiklerinden mi, yoksa postumuza göz diktiklerinden mi? Doğrular, gerçek doğruyu biliyor, vazifelerini yapıyor. Eğriler de... Dünya böyle... (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.