Nasreddin Hoca, "parayı veren düdüğü çalar" derken, "sen bedel ödemedin ki, düdük bekleyesin" demek istemişti. Şimdi bu söz, "parayı bastıran istediğini yaptırır" anlamına döndü. Devir düdük devri. Düdüğü olan öttürüyor; kulakları sağır, gözleri kör edip, bir şeyleri kapıp götürüyor. Hoca merhumun, "her şeyin, hatta bir düdük öttürmenin bile bir bedeli var" uyarısına gülünüp geçiliyor. Düdük, artık eğlencenin, neşenin, keyfin değil, gücün, otoritenin, yetkinin sembolü oldu. İstanbul'un trafiği "komisyona havale" edilmiş. Anlaşılan, mevcutlar yetmedi, daha kuvvetli bir düdük aranıyor. Bakanlıklar, belediyeler, üniversiteler, uzmanlar, yetkililer derken yeni düdüklerimiz yoldadır, hayırlı olsun. "Düdük öttürenle buyuran yorulmazmış." İnşallah bu yeni komisyondan gelecek öneriler, sıkışıklığın doğurduğu sonuçlara takılıp kalmaz da, trafik probleminin altında yatan temel sebeplere kadar uzanır. Sebeplerle sonuçları birbirinden ayırmak kolay olmuyor. Mesela, şöyle hayalî bir senaryoda sebep nedir, sonuç ne? Kim suçlu, kim mağdur? Kim kazandı, kim kaybetti? sorularına nasıl cevap vereceğiz? "Bir sürücü, trafik, emniyet veya nezaket kurallarını ihlal eder. Başka bir araca çarpar. Kaza sonrası yol tıkanır. Bazı sabırsız ve hızlı sürücüler trafik kurallarını ihlal ederek emniyet şeridine girerler. Emniyet şeridini ihlal edenlerin alıp başını gittiğini gören iyi huylu sabırlı vatandaşlardan bazılarının huyu-ahlakı bozulur, onlar da en sağa dalarlar. Kaza yerindekiler trafik ekibi gelinceye kadar beklerler. Zabıt tutacak ekip kaza yerine ulaşamaz. Ekip gelmedikçe kaza mahallinde trafik açılmaz. Bu arada kazaya sebep olanlar, kuralları ihlal edenler de unutulur. Olan yollarda kalanlara olur." İnşallah komisyon, sonuçlarla oyalanmaz, gişelerin yerleriyle, zabıt tutmayla, mesai saatleriyle oynayıp, makyajla güzellik üretmeye çalışmaz. İnşallah, trafik problemlerinin temel sebebinin, arzı çok aşan boyutlardaki trafik talebi olduğu gerçeğinin farkına varılır. Asıl kalıcı çözüm yollarının, i) trafik talebini kısmak, kaydırmak ve caydırmaktan; ii) arzı (yolları) arttırmak, "akar-işler" halde tutmaktan veya iii) her ikisini birden yapmaktan geçtiği görülür. Hele bir de, "kullanan öder, kirleten temizler" kuralı işletilebilir, "fayda-maliyet", "kazanç-bedel" dengesini bozmak isteyenlere fırsat verilmez, trafiğin de bir piyasa olduğu gerçeği dikkate alınıp, kayırmalardan uzak durulabilirse, işler yoluna girebilir. Kâr ve zenginlik ya müşteriye hizmet anlamında pazarlamadan veya güçten (düdük) geliyor. İlkini tercih ederseniz, hem kendinize hem de müşterinize kazandırırsınız. Ne kandırır, ne de kandırılırsınız. Düdük yolundan gidenler güçlerine güç katacak başka düdükler buluyorlar. Düdükler öttürülüp, alacaklar alınıyor. Düdük kimi zaman borsada "doldur-boşalt", "silkele" düdüğü oluyor; kimi zaman hazine-sosyal güvenlik kurumları kasası; kimi durumda AB-IMF, bazen de "adamınızın oturduğu makamlar" oluyor. Bilimsel tonda çalan düdüklere de rastlanıyor ki, sanki senfoni orkestrası sanırsınız. Ama düdük her yerde düdük. Boğaziçi, orman, arazi yağmalarında, çarpık şehirleşmelerde, teşviklerde, trafikte hep onun sesi duyuluyor. Düdük teorisi, sesi çok ve güçlü çıkanın sözünü geçirebildiği bir dünyadaki çarpıklık ve hastalıkları açıklayabilse de, düdükler derdimize derman olmuyor. Büyük düdük, küçük düdük derken, düt düt edip giderken, aldatıp aldanarak, ahla vahla bir türlü yaşayıp gidiyoruz işte. Canımız sağ olsun.