"Söylemek üzere olduğunuz bir söz karşınızdaki kişi için bugünün en önemli olayı olabilir mi? Söyleyeceğiniz sözler karşınızdakinin duygularında ve performansında bir etki yapacak mı? Düşünün sonra söyleyin." Bu sözleri Harvard'dan bir profesör, yöneticiler için söylemiş. Atalarımız da "Ya hayır söyle, ya da sus" demişler. Pazarola okuyucuları için en önemli olay mıydı bilmiyorum, ama bir hayra yarar ümidiyle yazıyorum: En büyük pazarlama fuarı Marketingist Fuar ve Konferansları dün bitti. İstanbul dışındaydım katılamadım. Bedenim değilse bile, marketingist.comsayesinde, gözüm, kulağım ve gönlüm oradaydı. Bu yıl, konferansların teması "Sil Baştan Pazarlama" olmuş. İyi de olmuş. Pazarlama etrafındaki pislikleri birilerinin temizlemesi gerekiyordu. El birliğiyle temizleyeceğiz inşallah. Fuarın görsel logosu olarak somun ekmek seçilmiş. Fuarda ekmek de dağıtılmış. "Pazarlamada herkese ekmek var" demeye getirilmiş. (Niye pide değil? derseniz, pidenin zaman algılaması ekmekten daha dar, ekmeğin anlam kapsamı pideden daha geniş de ondan derim.) Marketingist'de ekmek yanında, çoklu zeka ve katıl kazan gibi temalara da vurgu yapılmış. İki yıl önceki ilk Marketingist için "Pazarlamanın Emekçileri" sıfatını yakıştırmış, bir bakıma bir beyin fonksiyonu olan pazarlamada, işi asıl yapanların, pazarlamanın "elleri-kolları" hükmündeki, elleri taşın altında kişi ve işletmelerin buluşma noktası olduğuna işaret etmiştim. Bu yıl, hem ana teması hem de konferans ve sunuları itibariyle Marketingist "beyinlerle kasları" bir araya getirmeyi başarmış göründü. Pazarlamada herkese, her keseye, her uzmana, her iş sahibine, hepimize "ekmek var." Yeter ki, biz ekmek yapmayı becerelim. Unun iyisini bulalım, hamur karmayı, mayalamayı, dinlendirmeyi, şekillendirmeyi, pişirmeyi, soğutmayı, dağıtmayı, saklamayı iyi bilelim. Fırıncı deyip geçmeyelim. Fırıncılığın derin bir kültürü var. Ekmek Teknesi'nde Nusret Baba karakteri etrafında örülen fırıncı algılamasını henüz unutmadık. İşinin ehli olacak, sabırlı olacak, kanaatkâr olacak, babacan olacak, uzlaştırıcı olacak, sevecek, sevilecek, sayacak, sayılacak, yeri geldiğinde bir kartal, yeri geldiğinde uslu bir kumru olacak, vermesini de, almasını da bilecek, sadece midelere değil gönüllere de girecek. Mahallenin sembollerinden biri olan fırınlar gitti, yerini köşe bucakta "Unlu Mamuller" aldı. Nusret Baba'lara ne oldu? "Unlu Mamuller" yeni nesil Nusret Babalar yetiştirdi mi? Yoksa pazarlama geldi, fırıncılık öldü, "tüfek keşfedildi mertlik bozuldu" mu? Etrafımız Unlu Mamullerle dolsun ama Nusret Babalar ölmesin. Ekmeğin sadece, tahıl unundan yapılmış hamurun, fırında, sacda veya tandırda pişirilmesiyle yapılan bir yiyecek değil, yemek, aş ve insanı geçindirecek kazanç, iş anlamına geldiğini yazıyor sözlükler. Ekmekçi ekmeğini ekmekten çıkarıyor. Pazarlama da öyle, insan başkalarını doyururken kendisi de doyuyor. Hizmet eden hizmet buluyor. "Ekmek"ler yine "ekmek"ten çıkarılıyor. Eve ekmek götürmek, ekmeğinden etmek, ekmeğinden olmak, ekmeğine göz koymak (veya dikmek), (birinin) ekmeğine yağ sürmek, ekmeğini kana doğramak, ekmeğini kazanmak, ekmeğini taştan çıkarmak, ekmeğiyle oynamak, ekmek elden su gölden, ekmek öpmek, birinin ekmeğini yemek... Şimdi ekmek pazarlamanın ağzında. Pazarlama giderek asıl ekmek kapısı oluyor. İnsanımız ekmek kavgasını pazarlama üzerinden veriyor; ekmek kaygılarını pazarlama sayesinde üzerinden atıyor. Peki, ekmeğini yediği ülke için "Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı" diyenlere ne diyeceğiz? İşte salyangoz, işte mahalle! > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)