İstese de herkes olamaz. Bu bir tercih ve nasip meselesidir. Şükür, haftası çıkmadan yetiştik. Yeşilaycılıktan söz ediyorum. Hayatımızı nasıl yaşadığımız ve ne olduğumuz, tercihlerimize bağlı. İçebilirsiniz, içmeyebilirsiniz; içerim diyebilirsiniz, içmem diyebilirsiniz; kullanırsınız, kullanmazsınız; tüttürür-tellendirirsiniz, söndürür-küllendirirsiniz; gidersiniz, gitmezsiniz, semtinden bile geçmezsiniz. Nelerden bahsettiğimi anlarsınız, anlamaz veya anlamazdan gelirsiniz! Okursunuz veya okumazsınız... Sosyo-psikolojik araştırmalar müşterilerin yani bizlerin tercihlerimizi yaparken aşama aşama davrandığımızı gösteriyor. Hayatta karşımıza çıkan milyonlarca seçenek arasından nihaî bir karar için en sonunda A'ya-B'ye, ona-buna, ota-duta gelinceye kadar zihnimizde epeyce uzun bir gezinti yapıyormuşuz. Bu sürecin sadece algılama kısmını açıklayan nice modeller var. Muzaffer Şerif'in Sosyal Yargı, Haider'in Denge ve Algısal Uyumsuzluk teorileri gibi. Nihaî karara varıncaya kadar alternatiflerimizi eleye eleye sonuca gidiyormuşuz. Zihin önce en geniş haliyle "üniversal set" denilen ve bütün alternatifleri içeren kalabalık bir listeden işe başlıyor. Daha sonra, bunlar arasından ayıkladığı bir "haberdarlık seti" üzerinden düşünmeye devam ediyor. Alınan çeşitli bilgiler sonucu, haberdarlık setinde bir seyreltme daha yaparak "uyarılmış sete", oradan da "üstünde durulanlar seti"ne geçiliyor. Her aşamada alternatiflerin sayısı azalıyor, konu daralıyor. Bu son listede geriye iki-üç seçim kalıyor. En sonunda da bunlardan biri nihaî ve asıl "tercih" oluyor. Bu hafta "Yeşilay Haftası"ydı. Bir duyan olur mu olmaz mı, bilemem ama iki satır da biz yazalım. Yeşilay gibi, "hayatımızı, dünyamızı, geleceğimizi ve nesillerimizi yeşillendirmeyi amaç edinen" kurum ve kuruluşlarımızın halkın tercihlerinin oluşma sürecine bilimsel olarak yaklaşmalarında fayda görürüz. Başta Yeşilay olmak üzere, benzeri kuruluşlar görevlerini yerine getirmek için, kitle iletişiminden algılama yönetimine, pazarlamadan reklâma kadar geniş bir yelpazede faaliyet göstermek durumundalar. Bu işler, "bir stratejik temele konumlandırılmadıkça", buz üstüne yazmak gibi oluyor. Aynı durum, "Türkiye'nin tanıtımı" için de geçerli. Strateji yoksa zafer de yok. Böylesi bir stratejik temel konusunda âcizane ilk önerim, "Yasakçılıktan Vazgeçelim!" olacaktır. Zira yasaklarla bir yere varılmıyor. Aksine, birileri, bu yasakları "kötü emellerine alet edebiliyor"lar. Elimde bir güç olsa önce "yasakçılığı yasaklarım!" Önleyelim derken özendirdiğimizi, yüceltelim derken aşağıladığımızı, kazanalım derken kaybettiğimizi artık fark edelim. Haberlerde, TV'lerde, genel eğitimlerde, intihardan, uyuşturucudan, kapkaçtan, sigaradan, içkiden, şiddetten, fuhuştan bahsetmeyelim. Bunların adını bile anmayalım. Avustralya Flinders Üniversitesi'nden Prof. Dr. Riaz Hassan'ın, "intihar haberlerinin yayımlanmasından sonraki üç gün içinde benzer intiharların arttığına" dair çarpıcı bulgusunu unutmayalım. Gençliğin gündeminde, zihinlerindeki alternatiflerin arasında bunların hiçbirine zerre kadar yer vermeyelim. İçkiyle, uyuşturucuyla, sigarayla, kapkaçla, fuhuşla mücadele eden yetkili ve uzmanların gündeminden bu konular hiç çıkmamalı, bunları halk değil, uzmanları konuşmalıdır. Bir yasak, bir kötülük, intiharlar ve terör, "uluorta konuşulur" hale gelince, üstüne bir de "yasak" eklenince, merak düğmeleri harekete geçiyor. Merak zamanla pekişiyor, ardından masum bir deneme ve sonunda olanlar oluyor. Yeşilay'ı savaş, yasak, felaket, ölüm, hastalık gibi "olumsuz" çağrışımlarla değil, sevgi, insanlık, sağlık ve mutluluk gibi "olumlu" çağrışımlarla hatırlamak ve hatırlatmak arzu ediyoruz. Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmenin âlemi yok. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)