Köşeler haberle doluysa okunuyor. İçinde haber olmayan laflar karın doyurmuyor. Peki, "haber ne?" Bana göre haber, "Bir olay hakkında, bir işe yarayan; insanı dürten, bir harekete, bir değişikliğe, bir kalkışmaya çağıran; onu farklı bir şey yapmaya, bir değişime iten, sonunda bir olaya dönüşebilen bilgidir." Bir haberin potansiyel gücü ve değeri, yol açabileceği değişikliğin çapıyla, ne kadar çarpıcı olduğuyla, ne kadar çok kişinin dikkatini ve ilgisini çekebileceğiyle ve ne kadar çok kişiyi etkileyebileceğiyle ilgili. Bir bilginin haber değeri taşıyıp taşımadığı onun nasıl bir bilgi olduğu kadar doğru kişiye ulaşıp ulaşmadığıyla da bağlantılı. Malumatın değeri kişiden kişiye değişiyor. Benim için dünyanın en önemli haberi sizin için hiçbir anlam ifade etmeyebiliyor. Habercilerin işi, tıpkı pazarlamada olduğu gibi, doğru bilgiyi doğru kitleye doğru zamanda doğru araçla doğru biçimde ulaştırmak oluyor. Medya bir yandan kişi/kurum/ürünlere itibar kazandıran/kaybettiren halkla ilişkiler (PR) boyutuyla, bir yandan da büyük ciroların döndüğü hayatın tadı reklâmlarla zaten oldum olası sapına kadar pazarlama işi içinde. Pazarlama ve medya öylesine iç içe ki, pazarlamanın "Editoryal Pazarlama" (Editorial Marketing) denilen bir türü bile var. Reklamın da, PR'ın da, pazarlamanın da özünde iletişim yatıyor. İletişim sadece haber vermek, haberi iletmek, habercinin görevi kuru kuruya haber vermekten ibaret değil. Her iletişim hâl ve hareketlerde, duruşlarda, zihinlerde ve duygularda belli bir değişimi amaçlar. İletişim değişim içindir, bir şeyleri değiştirmeye uğraşır. Değişimin bir amacı yoksa malumatfuruşluğa, bilgi çöplüğüne dönüşüyor. Bildikleriyle amel etmeyen insan durumuna düşülüyor; "kitap yüklü eşek" manzarası ortaya çıkıyor. Şimdi başka bir soru "Sizce gazete ve TV'lerde spora ayrılan sayfalar ve süreler olması gerekenden az mıdır, çok mudur?" Bu soru üzerinden insanlar iki kampa ayrılıyorlar. Bir bölümü "ölmeye, ölmeye geldik" derken, diğerleri, "bak şu delilere, gene sokaklara döküldüler" safında yer alıyorlar. Şimdi bir ay boyunca aileler parçalanacak, dünya ikiye ayrılacak: i) Gece gündüz ve her yerde ve herkesle futbol "konuşanlar". ii) Futbol dışı "konuşanlar". (Bir de konuşmayıp iş yapan azınlıklar var ki, onları zaten kimse dinlemiyor.) Bir yemek sırasında spor müdürümüz Sadık Söztutan'a 2006 Futbol Şampiyonası konusunu açtık. Tatlı bir sohbet sonunda sevgili Söztutan "Life is marketing" (hayat pazarlamadır) demez mi! Bayıldım! Şayet lütfedip yazarsa bu sözün ne anlama geldiğini taş gibi yerine oturtacağı haberlerle birlikte kendi köşesinde okumak arzu ederiz. Hakikaten nasıl oluyor da, futbolda atılan veya atılmayan bir gol hayatları bir anda değiştirebiliyor? Nasıl oluyor da trilyonlarca paranın el değiştirdiği futbol camiasında "minicik değerler", milyarlarca insan için bir anda çok değerli hale geliyor. Kimler, neden ve nasıl kazanıyor? Kimlerin hayatı değişiyor; hayatları kimler değiştiriyor? Futbol dünyasında pazarlamadan iyi anlayan daha iyi kazanıyor. Futbol pazarlamayı, pazarlama da futbolu kullanıyor. İkisi de kazanıyor. Pazarlama her türlüsüyle değerleri keşfedip değerlendirmenin, eldeki değerlere daha da değer kazandırmanın, onlara değer katmanın, kazandırarak kazanmanın ve bu yoldan insanların hayatlarını etkilemenin, değiştirmenin adı. Hayatı anlamak pazarlamayı anlamakla eş. Pazarlamayı anlayan, onunla ilgilenen, onu kullanan, hem kendi hayatını hem de başka milyonlarca insanın dünya/ahiret hayatlarını kurtarabiliyor. Bir şartla ki, sadece maç seyretmek yetmiyor; her sahada maçlara çıkıp, gol atmak gerekiyor. Gol oldu mu, gol? > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)