Partilerin oy pusulasındaki sıraları da, aday isimleri de Şahan'ın D-Smart reklâmındaki gibi bir bir sıraya sokuldu. Bu esnada sırayı bozanlar, aradan geçenler, mızıkçılar, sevinenler ve küsenler de oldu. Şimdi kararlısı, kararsızı, fanatiği ve histeriğiyle birlikte bütün seçmenler, kararlarını bir kere daha gözden geçirecekler. Listelerde içeriden-dışarıdan, genç-yaşlı, bildik-bilmedik nice isimler var. Sağdan sola, soldan sağa kayanlar, o partiden bu partiye transferler de dikkat çekiyor. Adayların isimleri kadar, her birinin partilerin (markanın) toplam algısına ne kattığı da önemli. Pazarlamanın hazır bir ürünü müşterilere satmaktan çok daha kapsamlı bir iş olduğu işin erbabınca artık biliniyor. Firmalar en küçük kararlarının bile müşterileri üzerinde nasıl bir etkisi olacağını düşünmek durumundalar. Müşteriler her ince ayrıntıdan etkilenerek bütünleşik bir algılama oluşturuyor ve kararlarını ona göre veriyorlar. Pazarlama, firma içi ve dışı paydaşlarla birlikte oynanacak büyük bir takım oyunu haline geldi. Futbolda gol, siyasette oy, satışta ciro önemli. Bunlar biliniyor, ama işin bir takım oyunu olduğu; gollerin de, oyların da, ciroların da tek bir oyuncunun eseri olmadığı; uçağı pilotların değil, yerdeki kulenin yönettiği tam anlaşılamadı. Elbette, golcü de, seçmenler de, süper satıcılar da, pilotlar da işin bir parçası. Fakat bir takımın, partinin ve bir havayolu şirketinin kalite ve başarısı ekiplerin bütünü ve bütünlüğü üzerinden ölçülüyor. Hiç kimse önemsiz değil. Hiç kimse vazgeçilmez değil. Firmanızda çok satan bir elemanınız bir gün "müşterilerine" (seçmenlerine) güvenip bir gün sizden ilave prim, maaş, taviz, destek isterse; hele bir de ufaktan, rakip firmadan transfer teklifleri aldığını da îmâ ederse ne yaparsınız? Al çıkışını git mi dersiniz? Yoksa her seferinde daha da artacağı belli bu taleplere boyun mu eğersiniz? Bir gün satıcınız müşteri portföyüyle birlikte rakip firmaya geçerse ne yaparsınız? Seçmenler (müşteriler) adaylara (satıcılar) mı, partilere (markalara) mı, seçim vaatlerine (ürünlere) mi, yoksa seçim kampanyalarına (reklâmlara) mı oy (para) veriyorlar? Yoksa hepsine birden mi? Pazarlama bunların hepsinin belli ölçülerde payı olduğunu söylüyor. Seçilip meclise girdikten sonra parti değiştirenler de başka bir âlem. Ne desek ki? Seçmenler de seçim öncesinde kararsızlık içinde bir partiden başka bir partiye geçip durmuyorlar mı? Tecrübeler gösteriyor ki, seçimlerde geniş kesimler, aklı başında bir müşteri olarak, "hesabını yaparak", ortaya çıkan durumlara göre "oy" veriyor. Gerekirse, oradan oraya kayıyor. Doğruyu arıyor. Belli bir kesim ise, seçimlerde sanki yeminliymiş gibi, kemikleşmiş fanatik bir davranış sergiliyor. Bu seçimler memleketteki fanatiklerle bilinçli seçmen oranını da açığa çıkaracak. Hayırlısıyla yapılsa da öğrensek.